İçeriğe geç

ADL-İ İLAHİYİ DE DOĞRU OKUMAK..

ADL-İ İLAHİ’Yİ DE DOĞRU OKUMAK.!
“Artık kim zerre ağırlığınca bir iyilik yapmışsa, onu görür. Kim de zerre kadar bir kötülük yapmışsa, onu görür.”(Zilzal/7-8)
“Herkesin amel defteri önüne konulacak; sen günahkârların o defterde yazılı olanlardan dolayı ödleri patlayacak şekilde korktuklarını göreceksin. Hayretler içinde: «Yazıklar olsun bize! Bu nasıl defter ki, küçük büyük demeden, hiçbir şeyi dışarıda bırakmadan ne yapmış ne söylemişsek hepsini saymış dökmüş!» diyecekler. Böylece yaptıkları her şeyi amel defterlerinde bulacaklar. Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf 18/49)
“Kıyamet günü herkes dünyada iken yaptığı iyilik ve kötülükleri önünde hazır bulacak; ama kendisi ile günahları arasında çok uzun bir mesafe olmasını isteyecek.
Allah sizi azabından sakındırıyor. Çünkü Allah, kullarına çok şefkatlidir.” (Âl-i İmrân 3/30)
İnsanlar hep istikbalde kendilerini bekleyen akıbeti merak ve endişesini taşımakla beraber bir o kadar da başkalarının da akıbetini merak eden yegâne ve tek canlıdır.
Adl-i İlahinin(İlahi Adalet) beşer açısından iki boyutu vardır, Biri dünyevi, diğeri de uhrevi olmak üzere İlahi iradenin sebepleri ve sonuçları hikmetiyle beraber mutlak doğru ve hak olanı tahakkuk ettirmesidir.
İslam kültür manzumesinde geçen “Allah genelde iki şeyin cezasını ahirete bırakmaz bu dünyada tahakkuk ettirir, Biri anne baba hakkı, Biri de iyiliği inkâr eden nankörden intikamı müntakim sıfatıyla gerçekleştirir.” Buna benzer insan ömrünü sebepler zincirinde azaltır veya çoğaltır, Bunlar Allah’ın mutlak ilminde sabit olsa da İnsanın seçme hürriyeti ve iradesi bu sebepler zincirinde bir amil olarak karşımıza çıkmaktadır.(Konu İnsan ve Kader makalemizde genişçe izah edilmiştir.)
Hz. Peygamber Efendimiz (SAV.) bir hadis-i şerifinde: “Kim birinin kalbini kırıp onu ağlatırsa, o kişinin bedduasından sakınsın. Çünkü gözyaşları yere düşmeden ne dilerse o olur” buyurmaktadır.
“Ana-babaya asi olan ve zalimle beraber gezen mücrimdir [suçludur]. Allahü teâlâ buyurur ki, mücrimlerden mutlaka intikam alırız.” [Taberani]
Karun, Hazret-i Musa’nın akrabası idi. Hazret-i Musa buna dua etti, ve kimya ilmini öğretti. O kadar zengin olmuştu ki, yalnız hazinelerinin anahtarlarını kırk katır taşırdı. Zekât vermediği için, İlahi İrade bu adama adl-i ilahiyi burada işletti ve bütün malı ile birlikte, yer altına sokuldu.
Mevlana(ra) şöyle der: “Bu dünya bir dağa benzer. İşlerimiz, yaptıklarımız da seslenmek gibidir. Seslerimiz güzel de olsa çirkin de olsa dağa çarpar, döner yine bize gelir.”
“İnsanoğlunun ağzından çıkan cümlelerin, Beyninden çıkan düşüncelerin bütün bir evreni dolaşıp tekrar geri döndüğünü bilse eminim çok daha dikkatli olurdu.”(Einstein)
Ebu Hanife şöyle diyor,
“Ben birkaç mesele sormak için İmam Caferi sadık as ene gittim, İmam uyuyor dediler, Ben de uyanmasını bekledim, bu esnada beş veya altı yaşlarında güzel bir simaya sahip bir çocuk gördüm, Bu çocuğun kim olduğunu sordum, İmam Caferi Sadık’ın oğlu Musa’dır dediler, O’na selam verip ey Resulullah’ın oğlu Kulların fiilleri hakkında görüşünüz nedir, ve bu fiiller kimdendir? Diye sordum.
Derken çocuk oturdu ve sağ elini sol elinin üzerine koyarak şöyle dedi,
Ey Nu’man(Ebu Hanife) sen soru sordun, şimdi cevabını dinle iyice dinleyip kavradıktan sonra da amel et.
Kulların Fiilleri(Günahları) üç halden hariç değildir,
1-Ya sadece Allahtandır,2-Ya Allah ve kul O’nun yapılmasında ortaktır,3-Veya sadece kuldandır.
Eğer fiiller sadece Allahtan olursa o zaman kulun yapmadığı bir işten dolayı Allah o’nu nasıl cezalandırabilir, Oysa O adil rahim ve hakimdir, Eğer fiiller Allah ile kul ortaklaşa yapmasından meydana gelirse o zaman güçlü ortak kendisinin ortak olmasına ve O’na yardımda bulunmasına rağmen güçsüz ortağı nasıl cezalandırabilir?, Sonra buyurdu ki, Ey Nu’man üç durumdan ikisi muhaldir, Ebu Hanife evet doğrudur dedim, Musa bin cafer şöyle devam etti, Binaenaleyh sadece bir durum kalıyor da şudur ki, Filler sadece kuldandır ve o tek başına kendi amellerinin sorumlusudur.”
Çağdaş Filozoflardan Allame Muhammed Hüseyin Tabatabai’(ra) yi dinleyelim,
“Yere düşün bir yaprak bile tüm alemi etkiliyor, Nasıl olur da günahın alemi etkilemediğini düşünebilirsiniz?”
Şeyh Sadi Şirazi(ra) ise şöyle der: “Elinden geldiği kadar bir gönlü perişan etmemeye çalış. Çünkü bir “ah” cihanı altüst eder.”
Bunu bir örnekle açarsak, Hz. Musa(as) bir yerden geçerken bir gencin yaşlı bir adamı bir kanalın içinde dövdüğünü görür ve müdahale etmeye çalışı, İhtiyar ya Musa bırak çocuk işini yapsın ben de babamı bu kanalda dövmüştüm. Etme bulma dünyası derler ya, Hani halk arasında ne ekersen O’nu biçersin misali.
“Kötülük dünyanın etrafını yedi kez dolaşsa da gelir sahibini bulur.” (Einstein)
Konunun diğer boyutu dünya hayatı dediğimiz el an yaşadığımız hayatın doğru ve yanlışları, İyi ve kötü, Xayr ve Şer dediğimiz söz fiil ve davranışlarımızın hücrelerimizin bize şahitlik edeceği zerre(atom)ların bile tartılacağı uhrevi hayatta Allah’ın mizanında karşılık bulacağını Kitab-ı kerimde ve peygamber(sav) beyanlarından okumak mümkündür.(Kayıp yok kayıt var makalemize bakılabilir)
“Ve zulmedenlere meyletmeyin, sonra ateşle azaba uğrarsınız ve Allah’tan başka bir dostunuz yoktur, sonra yardım da görmezsiniz.”Hud/11 Zulüm kavramı 58 Surede,266 ayette,289 defa geçer ve insanın en çok uyarıldığı bir cürüm ve günahtır.
İnsan psikolojisi açısından Eğer mazlumlar Allah’ın müntakim sıfatına inanarak Zalimlerden Adl-i ilahi nin adalet divanına güvenleri olmasaydı hayat onlar için çekilmez bir hal alacaktı. Başlı başına müntakim sıfatı mazlumlara umut ve ümit ile yaşama takati bağışlar.
Bunu da bir örnekle açarsak; Allah Kitab-ı kerimde “Gerçek şu ki, Allah’ın ayetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah Güçlüdür, intikam sahibidir.” Al-i İmran/4
“Eğer Allah, yaptıkları yüzünden insanları hemen yakalayıp cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı kalmazdı. Fakat Allah onları belirlenmiş bir süreye kadar erteliyor, vakitleri gelince, gerekeni yapar, zira Allah kullarını çok iyi görendir, hak ettiklerine göre onları cezalandıracaktır.”Fatır/35
“Hesap sorucu olarak Allah yeter (Nisa 6, Ahzab 39).”
“Karşı karşıya kaldığınız problemleri mevcut düşünce yapınızla çözemezsiniz, Zira onlar mevcut düşünce yapınızın ürünleridir.(Einstein)
Sene 1960 yılların sonu (Silopi o yılın Nisan ayında ilçe olmuştu) Silopi Kaymakamı, İlçe Jandarma komutanı (Yüzbaşı) Hakimi savcısı ve Doktoru. Sohbet ederken mevzu Elektrik’e oradan da Edison’a gelir.
Kaymakam ” Bana göre Edison’un yeri cennettir. Bak onun icat ettiği elektrik yolları evleri aydınlatıyor.”
Hemen Yüzbaşı söz aldı” Tabii ki cennette girecek, Camiler ışıl Işıl, işleyen bu ışık altında Kur’an da okuyabilir.”
Bu tartışma devam ederken. Doktor “Gelin Cizre ye gidelim.
Orada Mahmut Bilge adında bir Müftü var, çok âlimmiş ondan soralım. Der.
Atlarlar Cipe gelirler Cizre ye. Müftünün yazıhanesine Kendilerini tanıtırlar. Müftü buyur eder.
Oturur oturmaz.
Hâkim” Müftü Bey bir sorumuz var sormaya geldik Acaba Edison
Elektriğin mucidi Cennette mi girer yoksa” Müftü sözünü keser.
“Hele bir kahve içelim konuşuruz.”
İçeriden kahveler gelinceye kadar bir tanışma faslı olur.
Bu fasıldan sonra Müftü Döner yüzbaşı ya;
“Yüz başım sizin Habur gümrük Kapısında bir askeri birliğiniz var mı ?
Yüzbaşı, “var” Müftü devam eder.”
Edison Irak’tan Türkiye ye geçecek, Köprünün üzerin de, Sizin
Nöbetçi Asker ondan pasaport ister.
Edison Kimliğini gösterir der-ben elektrik mucidiyim dünya beni tanır pasaporta ne gerek var.
Asker Kanun bu şekilde geçemezsin der, Edison Askeri iteler çekil der.” müftü bu konuşmayı bitirmeden. yüzbaşı kızarak.
“Şerefsiz Edison, kendini ne zan ediyor, hem pasaportu yok hem askere hakaret ediyor.
Pasaportsuz geçemez ki.”
Müftü Oradakilere dönerek:
“Edison Iraktan Türkiye ye pasaportsuz giremiyor da Cennette nasıl pasaportsuz girer.
Cennetin Pasaportu ‘Lâ ilahe illallah Muhammed Resulullah’tır beyler bu kabul edilmedikçe kimse cennette giremez.! demiş
Bu konuyu Uzun, uzun yapılan felsefi münakaşalara dalmadan kısaca izah etmek gerekirse;
Aslında Adl-i İlahi’de insanlara mekân tayin etmek bizim irade ve takatimizin dışında olmasına rağmen merakımız bizi zaman zaman haddi aşacak noktalara bile götürüyor. Bu noktada sadece İlahi ikazlarla iktifa etmek gerekmez mi.?
Yukarıdaki konu kelamcıların uzun tartışmalarına konu olmuş ve her biri kendine göre Kur’an’dan delil getirerek fikir beyan etmişler.
Allah’a İMAN olmadan RAHMET’ in tecelli etmeyeceğini ittifakken beyan etmişlerdir.
Edison veya bir başka mucidin durumunun adli ilahideki vaziyeti o şahsın ölmeden önceki ruh ve itikadı ile doğrudan alakalı olduğu için o ruh halini bilmeden fikir ve görüş beyanı eksik kalacaktır.
Descartes ölmeden şunu söylediği ifade ediliyor “Ben Hristiyanlıktan daha iyi bir din bulsaydım o’na tabi olurdum” beyanı kayda değerdir.
Günümüzdeki iletişim ve bilişim araçları Descartes zamanında olsaydı belki yüce İslam’la tanışması mümkün olabilecekti.
Yüce Allah bazen bir hakkı bir kafirin eliyle veya diliyle tahakkuk ettirdiği de bir gerçektir.
Bu nedenle hak ve doğrular kimsenin tapulu malı değil, tamamen Allah’ın kuvveti, Takdiri ve iradesi dâhilindedir.
Hangi şekilde ne zaman nerede bu ilahi iradenin tecelli edeceğini kimse beyan edemez.
Peygamber(sav) bile başkasına akıbet beyan etmemişken selefiler ve meşhur mealistler ile uçuran şeyhler, pirler, Müftüler,Hocalar, Gavslar, Dedolar, Kısaca sakalı ve takkesi olanlar cennetin bahçelerini ve cehennemin çukurlarını hangi irade ve mantıkla insanlara yamamaya çalışıyorlar anlamakta zorluk çekiyoruz.
“Allah, insanlara hiç bir şekilde zulmetmez. Âmâ insanlar kendilerine zulmediyorlar.” (Yunus 44)
Muhattap’a yakışmayan ve müstahak olmadığı bir yakıştırma iftira özelliği taşımakla beraber züllümü de ifade eder.
İlahi adaletin Amel-Niyet bütünlüğü ile tahakkuk edeceği kesin ve değişmeyen bir ilke olduğuna göre sadece biri ile iktifa etmek de eksik ve sıkıntılı olacaktır.
Maalesef günümüzdeki en büyük hastalığı da insanlarda niyet okuması yapılarak yargılanan; Haksız ve vahşice infaz edilen, mazlum, yanlış yargıların, yanlış infazların kurbanı olan yüzbinlerce insan var.
İşte bu TEKFİRCİ zevat Kur’an’ı ve Peygamber söylem ve eylemlerini bir bütün olarak değerlendirmeden gafil bir şekilde eline aldığı bir Meal ile peygamberin de söz ve uygulamalarını yok sayarak yargılayan bu guruplar İslam ve Müslümanların belası ve ilahi adaleti dünyaya ve kendi kuş beyinlerine sığdırarak zulmün mümessili olmayı deniyorlar.ve önlerine gelen herkese Kafir damgası basarak devam ederler.
Geçen gün buradan Filistin İslami cihadın efsane lideri Rahmetli Dr.Fethi Şikaki’ye yaptığımız taziye ve rahmet okumasına bu zevatın verdiği tepki “Bırak o Kafir”i demeleri oldu. Ne diyelim küpe ne koyarsan o kokuyu verir demişler.
Oysa ömrü Siyonist rejimle mücadele dolu ve tekircilerden daha Müslüman ve ideal dolu bir insana böyle bir yakıştırma yapan asrın sözde müfessirlerinin gafleti, delaleti ve rezaleti buna derler.
Bu Tekfirci meal’cilerin ilham kaynakları da Vehabi zihniyetidir
Ortadoğu’yu kan deryası ve İslam Din ‘ini de öcüler dini yapan Büyük şeytan Amerika da bunlar için ilham kaynağı olmaya devam ediyor.
Yapılması gereken Kelime-i Şahadet getiren birinin zulme alet olmamışsa ve hainliği herkesçe bariz olmamışsa hesabını Adl-i İlahiye müdahale etmeden o ilahi mahkemeye ve ilahi rıza ve karara saygı duymak gerekmez mi.?
Müslüman olarak görevimiz teklife muhatap ise Müslümanım diyen birini öylece kabul edip; Ferd olarak Gayri Müslüm’ü de sadece zalim ise zulümden alıkoyup güzel sözle ve ilahi ikazlarla en iyi şekilde uyarmak ve gerisini de Adl-i ilahi’ye havale etmek belki en doğru bir davranış olacaktır.
Adalet burada da ötede de herkese lazım, ötedeki adaletten şüphe yok ve ondan sorumlu olmayacağız, Oysa buradaki adalet ise devlet eliyle işletilmezse devlet bir çeteden başka bir şey delidir, nitekim Hz. Ali (as)ma sordular, Devletin dini olur mu? Cevap “Devletin dini ADALETTİR.”
Biz ve siz insanlar Ümit ve korku arasında yaşarken birilerinin bu ruhları zor ve ikrahla cehenneme atmaları akıl ve nakil ile vicdan işi değil, belki de muhataplarımızın temennileridir.
Bütün sıkıntı bu dünyanın adaletini tesis ederken ilahi adalet konusunda hüküm ve irade beyan edip oradaki mahkemeyi de BURAYA; BURADAKİ Mahkemeyi de oraya taşımak gafletinden kaynaklanıyor.
Ancak Teşrii anlamda hâkim olan İslam devletinin Hukemasının şer’i yargılama usullerinin dışında bizlerin bireysel yargılama yetki ve sorumluluğumuz yoktur.
Bireysel anlamda Küfür ve İman tanımlaması bizler için Niyet amel bütünlüğü dahilinde tanımlanmazsa eksik kalacak ve bu eksiklik yanlış yargılarla sonuçlanacaktır.
Yüce Allah kitabında buradaki fiillerimiz ve davranış biçimimizin olumlu olanlarının hayatımıza hayır bereket ve rahmet katacağını ayrıca olumsuz davranışların da zulüm, şer ve ifsat edici etkilerini beyan etmiş ve ahirette de hayır ve şer’in karşılığının da kendi bazında mükâfat ve ceza diye karşılığının olacağını çok açık şekilde ifade edilmiştir.
Sıkıntı şurada; insanlar ahiretteki ilahi adaleti ve terazisini de buraya taşımakla kalmıyor; Allah adına kurdukları bu mahkemelerde Allah’ın iradesini de gasp ederek sahte ve makul olmayan hükümlerle Allah’ın kullarının kafalarını keserek adli ilahinin de tecellisini sağlamaya çalışmaları ve öylece imanlarına zulüm bulaştırmaya devam etmeleridir.
Hz. Ali (as) İfadesi ile bunların İslam’ın elbisesini ters giymekten kaynaklanmaktadır.
En büyük sıkıntı şirk ve zulmün tevhit elbisesi ile sokağa çıkmasıdır.
Sonuç: Haddimizi idrak edip “Gerçeği Allah bilir siz bilemezsiniz” (Bakara 216) İlahi ikazlarla iktifa etmek gerekmez mi.? Vesselam

Tarih:Genel

İlk Yorumu Siz Yapın

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir