BİZ VAHDETİN NERESİNDE DURUYORUZ.!?
(Bölüm 1)
(1,5 Milyar Müslümanın kronikleşen Müzmin hastalığı budur işte, Size de lazım olacaksa bu önsözü okumakta fayda vardır)
“Ve iyilikle kötülük bir değildir. Aranızdaki düşmanlığı (kötülüğü) en güzel bir muameleyle defedin, bir bakarsın ki aranızdaki düşmanlık olan kişi, sanki senin en yakın bir dostun olmuştur.” Fussilet / 34.
“Bir Müslümana şer olarak Mü’min kardeşini hor ve hakir görmesi yeter artar bile”(Hz. Muhammed sav)
İstisnasız tüm peygamberler beşeriyetin tevhidi bütünlüğü için yüce Allah tarafından özel yetki ve imkânlarla donatılıp toplum için örnek birer öğretmen ve kahraman olarak Allah’ın vahdaniyetine iman ve toplumun tevhidi bütünlüğü için gönderilmiştir.
Ancak; Bu örnek insanların zuhur ettiği coğrafyalara hüküm süren firavunların itirazları atmosferin dışındaki tevhidi birliğe olmamıştır. İtirazlar toplumun yerçekimi alanında hâkimiyeti kendi hakları olduğunda ısrar etmişler.
“Tüm İslam Fırkaları, İslam ümmetinin bir bölümünü teşkil etmekte ve İslami imtiyaz ve ayrıcalıklara sahiptirler.
“İslam mezhepleri arasında tefrika yaratmak, Kur’an-ı Kerim ve değerli İslam Peygamberinin Sünneti (sav) öğretilerine aykırıdır. Buna ek olarak, Müslümanların zayıflamasına ve İslam düşmanlarının eline bahane vermeye sebep olmaktadır. Dolayısıyla İslam fırkalarının tekfir edilmesi hiçbir şekilde, asla caiz değildir.”(İmam Humeyni r.a)
Tabii ki burada rahmetli imamın bahs ettiği 72 tarikattan 71 nin Sunni Ekolde; Kadiri, Rufai, Nakşibendi, Kesnezani, Çeştiye vs. Şiilerde ise Nimetulahi, Zehbiye, Haksaniye, Kumeyliye, Üveysiye,Hüccetiye vs.hepsinin öğretileri gidip Şah-ı Velayete dayandığı irfanı mektep ve şahıslarda oluşan ekol ve fırkalarla beraber ümmet bazında genel kabul gören Sünni ve Şia ekolünde mücessemleşen Farklı Fıkhi içtihat ekol okul ve mezhepler konusudur.
Müslümanım diyenlerin İslam düşmanlarının hile desise, manipülasyon, özellikle tefrika yaratma çabalarını dikkate almadıkları sürece ve Kutsal kitaplarındaki “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve ayrılmayın.” Hitabına bigane kaldıkları sürece ortak müşterekleri olmayacaktır. Tarih, Tabiat, Çevre ve kedi zindanından çıkmayı başaramayanlar evrensel insan camiasına dahil olamazlar.
Hindistan ve Çin 2.500.000(İki milyar beyüz milyon) Nüfusa sahip,150 tanrıları ve 800 adet tarikatları var, ve gayet barışık yaşıyorlar, Ama beri tarafta Allah’ı Bir, Peygamberi bir, Kitabı bir olan İslam aleminde sokakları birbirinin kanlarıyla kıpkırmızı, Katil Allah’u ekber,Maktul Allah’u ekber diyor ve her iki kesim de öldürülenlere şehit diyor. Çok dramatik bir tiyatronun muhatapları olduk..!
Antik mısırda da Firavunların tanrıları çocukları olduğu inancı kahinlerin en güçlü ekmek kapısı tez ve argümanı olmuştu, Çünkü bu yalanlar onları şişirerek halkı pişirmenin en güzel ticaretiydi.
19.yy da tüm dünyada ortaya çıkan Ulus Putçuluğu onlara vatan millet, bayrak denen özel kutsiyetler üretti. Bu coğrafyalarda yaşayanlar Allah’ın kitabından ziyade başlarındaki tiranların kurtarıcı rollerine Mukaddes elbiseler diken sarıklı cübbeli sakallı bel’amlar bu tefrikanın baş aktörleri oldular.
Türkler kapısındaki köpeklere, Arap, Araplar kapısındaki köpeklere türk isimleri taktılar, hatta tefrika ve fesat öyle bir tavan yaptı ki, binlerce yıl aynı iklimi ve gıda türlerini ve kaderi paylaşanlar bir sabah aniden bu bel’amların “Kürt’ten olursa evliye koma gelsin avluya” fetva ve söylemleri ümmet bilincini zehirleyerek beyinleri felç etti.
İslam devriminin fikir ustalarından Üstat Şehit Mutahhari(ra) bu hususta şöyle demektedir:
“İslam Müslümanların vahdetini istemiştir. Öncelikle şuna bakmamız gerekir ki acaba bu vahdetten kasıt bütün Müslümanların tek bir mezhebe tabi olmaları mıdır?… yoksa vahdete engel olan şey sadece yanlış anlaşılmalar mıdır? Bana göre ikincisidir. Zira hepimiz tek bir olan Allah’a inanmaktayız. Kıblemiz birdir. Ramazan ayı ve oruçlarımız birdir. Hepimiz bir şekilde namaz kılıyoruz. Bir şekilde zekât veriyoruz.”
“Bundan 300 yıl önce de Müslümanlar namaz kılıyordu, şimdi de kılıyor,300 yıl önce dünyaya hakimdi şimdi sürünüyor, Namazda bir değişiklik olmadığına göre Müslümanlarda bir değişiklik var. Yobazlık belli bir zümreye has değildir, Bütün oluşum ve toplumlar eğer akıllarını kullanmazlarsa Yobazlığa kapılmaları kaçınılmazdır.”(Roger Garaudy)
Evet ortak müşterekler ve ana ilkeler bunlarsa teferruata da boğulmamak gerekir.
Büyük Arif ve Fakih Ruhullah Humeyni(ra) “Şiilik ve Sünnilik yapan ne Şii’dir nede Sünni’dir bu tipleri saflarınızdan çıkarın.” Beyanını hala takiyeye yorumlayanlar takiyenin usul ve esaslarından da bi haber olanlardı, Çünkü takkiye Şii-Sunni tüm mezheplerde İlke değil bir maslahattır.
Bireyler bu maslahatı kullansalar da Toplumun rehberliğini yapanlar sürekli Ruhsattan ziyade azimeti seçmişlerdir.
Sasani İmparatorları ve firavunlarının 2500 yıllık saltanatına Büyük şeytan Amerika’ya Siyonistlere açıkça meydan okuyan Rahmetli İmam ki; Şah Ondan üç kelimeyi kullanmaması karşılığında O’na istediğini veririm teklifine karşılık; İmam(ra) “Zaten benim davam bu üç kelime iledir(Şah,Amerika,Siyonist İsrail) bu tağut ve firavunlara meydan okuyan birine takiye yakıştırması çok çirkin bir yakıştırmadır. Evet bu maslahatı ulema çok nadir alanlarda kullanmışlardır,
Nitekim İran’da İmam Humeyni, Ustat Mutahhari, Beheşti,ve çağımızın İbni Haldunu Ali şeriati, Irak’ta Büyük filozof Muhammed bakır Essadr, Suudi’de Ayetullah Nemr, Mısırda Seyyid Kutup, Pakistanda Ebulala Mevdudi, Türkiye’de Said-i Nursi ve Şeyh Said, Nijerya’da Şeyh Zakzaki gibi kahramanların hiçbiri bu maslahatı dikkate almadan azimeti seçerek coğrafyalarının firavunlarını muhatap alarak ve İdamı göze alarak cesurca ve İslam’ı savunarak zulme dur demeyi bilenlerdir.
Bu genellemede Sonradan İngilizler tarafından oluşturulan ve bugüne kadar tefrika, fitne ve fesat üretme makinasına dönüşen vehabilik hariçtir.
Bu sapık vehabilerin tüm dünyada milyar $ ile organize ve takviye ettiği Rabıta teşkilatı ile vahdeti ve genel anlamda İslam birliğini engellemek için her türlü çirkefliği üretmeye devam ediyorlar.
Sonuçta tarihte adı peygamberle anılan ve kimi kesimlerce dokunulmaz addedilen figürler bu İngiliz Şiilerince tekfir edilerek tüm Şia alemine mal etmelerinin altındaki şeytanlıkları yapanlar yine bu pis boğazlardır.
Ehli Beyt kültür hazinesinden beslenen bir Müslüman kardeş bildiklerini tarihin zindanlarına boğmaz. Nitekim imam Ali(as) Sıffın savaşında karşı tarafın öldürülen askerlerini Kandırılmış kabul ederek İslam dairesinde tekfin edilerek gömülmesini emretmiştir.
Görünürde çelişki gibi görünen bu durumu imam(as) soranlara “Bunun hesabını benle Muaviye vereceğiz.” Beyanı cehaletin mazeret olabileceğine işaret etmiştir.
Ayrılıklarımız aykırılık ve tefrika konusu olmadan; ilim dairesinde her zaman zenginliğimiz olacaktır. Aksi halde tarihin çarkını geriye çeviremediğimiz gibi yeni bir şekil verip, Filmi geriye sarıp istediğimiz gibi yeni senaryolar yazıp oynama şansımız olmayacaktır.
Tüm bunların bir bütün olarak İslam ümmetinin zenginliği kabul ederek her birinin ayrı ayrı faydalı olan meyveleri vardır, Bu meyvelerin yetiştiği topraklardan ziyade bizzat ürünlere yoğunlaşmak belki olması gereken ilmi ve İslami ahlak ve nezaketin gereğidir. Çünkü kökte ihtilaf yoktur. Tüm konular ilmi bir atmosferde konuşulduğu sürece sıkıntı olmayacaktır, Çünkü ilim akıl ve vicdanları etkileyecek tek amildir. Gelecek bu kodlarla inşa edilirse ümitvar olabiliriz.
“Ey hakikatin kardeşleri! Kendinizi tanıyın ki batınınız, sırtınızdaki dikenleri çöle getirsin ve zehirlerini saklasın. Allah’a yeminler olsun ki batınlarınız aşikâr, zahirleriniz ise üstü örtülüdür.
Ey hakikatin kardeşleri!
Ayak seslerinizi kimse işitmeden, yılanın kabuğundan çıktığı gibi çıkın ve karıncanın yürüdüğü gibi yürüyün.
Şeytanın karşısında dayanabilmek için her zaman akrep gibi silahınız sırtınızda olsun.
Hoşça yaşamak için hayatın zehrini için. Diri kalabilmek için ölümü sevin.
Her zaman uçun ama hiçbir zaman belli bir yuva edinmeyin. Çünkü bütün kuşları yuvalarında avlarlar. Eğer uçmak için kanadınız yoksa hiç değilse yer değiştirmek için yerlerde sürünün.!(Şihabuddin Sühreverdi ra)
Hepimiz ve her şey yüce sıfatların yansıması iken seyahatin de güzergahı ve merkezi Fenafillah Beka billah’a yapılması fıtrata en uygun bir seyahattir.ve Büyük cihadın ben merkezle devam etmesi doğru bir kodlamadır.
Sonuçta mevcut hayattan başka bir hayat için seyahattin seyri ve nihayet yasaları bizim inisiyatif ve kudretimizin dışında gelişiyorsa bize düşen hayatın ve memattın mutlak iradesine boyun eğmek en doğru tercih olacaktır. Böyle bir tercih beşeriyetin tevhidi bütünlüğü için oksijen kadar gerekli ve zaruridir. Aksi halde bütün yollar fesat ve fitnenin yolları olmaya mahkumdur.
İlim merkezlerinde ve ilmi Nezaket, İlmî usül ve esaslarla ve insaf ölçülerinde farklılıklar ehil olanlar arasında konuşulması her zaman mümkün olabilir ama bunu her zemine taşımak ve tartışmak esas fitnenin sebebi olabilir bundan sakınmak gerekir.
Bu ilmi nezakete örnek olacak İlk çıkış da Iraklı Şii Allame Seyyid Şerefuddin Abdulhüseyn ile Zamanın Ezher Ulema Başkanı Sünni Şeyh Selim arasındaki derin ve bir o kadar da yapıcı etkileyici iletşim ve münazarayı münakaşaya götürmeden karşılıklı İlmi insaf ölçileri ile gerçekleşen ve kitap halinde yayımlanan “EL Müracaat” olan telif eser okunmaya değerdir.
“Bir Müslümanın haysiyetini zedelemek için o’nun hakkında bir şey söyleyen kimseyi, Allah kendi dostluğundan uzaklaştırır.”(İmam Cafer-i Sadık as)
“ ve Veda Hutbesi” diyoruz.
Peygamberimiz(sav), bu hutbesi esnasında, 140.000 kişilik bir kalabalık hazır bulunmuştur. Onlara İslam’ın en temel ilkelerini anlatmış, prensiplerini koymuş ve hükümlerini belirlemiştir. İşte bu saadet ikliminde vahiy terbiyesi altında hazır bulunan ve kıyamete dek bütün ümmetine hitaben buyurduklarının bir kısmı:
“Tek bir Allah’a, ayrımcılığa girmeden takvaya ve buna isnaden müminlerin eşitliği; Her insanın üç hakkının yani malı, canı ve şerefinin korunması; Faizin her türlüsünün yasaklanması, intikam almanın ve kendini hâkim yerine koyup, ferdi hak almanın kaldırılması, kadınlara en güzel şekilde davranılması, az kimselerin elinde malların toplanmaması veya malda tekelciliğin oluşmasına engel olması açısından, servetin dağılımı ve dolaşımının sağlanması, hayatın bütün alanlarında ve herkes için Allah rızasının ilanı olduğunu beyan etmiştir.”
Sonuç: Geldiğimiz noktada ümmet pratiklerinde bırakın tekfir etmeyi Naslarla Müslümanın kanı canı ve malı HARAM olmasına rağmen bu naslar cemaat tarikat hizip kutup ve partileri hiçbir zaman bağlamadı ve Müslümanın kanı canı malı üzerinde tekbir getirerek, Namusunu da cariye(kadın köle) elbisesi giydirerek hayatlarının en arsız yüzsüz rezil ve lanet pratiklerini yaşadılar yaşıyorlar, Yaşatıyorlar.
Vahdet; Tevhit esasına dayalı, İfrat ve tefritten uzak, Can Mal emniyeti dikkate alınarak adalet temelinde empati esaslı ademi merkeziyetçi bir mantıkla oluşur.!!
Beşeriyetin ortaklığı insandır, İnsanlığın Ortaklığı, Allah’a iman iledir, Çünkü iman Tevhidi vahdetin ekseni ve mihengidir.! Bu eksende yaşayan biri halifetullah şerefi ile taltif edilmişken ve; Bütün gayreti insanca düşünmek ve insana yakışır bir hayat üzerine inşa eden bir ferdi kendisi gibi düşünmediği ve yaşamadığı için aşağılamak itmek kakmak, hor görmek, mahrum bırakmak adaletten uzak en aşağılık ve rezilce bir ceza olacaktır.
Bu açıdan suç ve ceza Adalet ile anlam kazanarak birbirini tamamlıyorsa, rahmet de adaletin tesisi ile tamamlayıcı unsurlar olarak kültür manzumesinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Tabii ki, Kitap ise hepsinin temel ve asli unsuru olmalıdır. Kitabı ilk okuyan peygamberler de tüm bu mantalitenin ve realitenin canlı şahitleri olmuşlardır.
İnsan; İnsanı anlayamadı; Ya tamamlayamadı, Ya anlatamadı, Ya da bir türlü anlamak ve duymak istemedi,
denklem budur.!
Bu iki bölüm halinde anlatılanların ışığında buradan yayımladığımız makalede özet olarak ifade edilen hususlarda beşeriyet ademi merkeziyetçi, Tevhit ve adalet temelinde insan fıtratına uygun ortak müştereklerde buluşmayı beceremezse kendisi için ıstıraplar da katlanarak devam edecektir.
Ümmet bilincini yitiren Müslümanlar için firavunlar Sünni kardeşlikler ürettiler, Saltanatlarının bekası için ırk ve ulus söylemleri ile aynı ümmeti birbirine kırdırdılar, ve siyasal anlamdaki çıkarları için hakimiyeti Allah’tan alıp yerel tanrılar üreterek kulluğun şekillini değiştirerek tarihin çarkını geriye sararak kula kulluğa tevhit elbisesi giydirerek madrabazlıklarını da bu gariplere Din ’in ilkeleri diye yutturdular. Sonuçta emin bir peygamberin ümmeti olmaktan çıkarıp ihanetin dip kuyularına haps ettiler.
Allah Mü’minleri kardeş olarak tanımlamışsa bizler bu kardeşliğin detaylarına ne kadar hakimiz, “Müslüman’a fitne olarak kardeşini hor ve hakir görmesi yeter artar bile” diyen bir peygamberin pratiklerine ne kadar hakimiz, bizi esas olarak yönlendirecek bu detaylar bilinmeden ağzımız bu ayeti okurken elimiz kardeşimizi katledecek silahın tetiğinde kalacaktır.ve ameli Münafıklık kaderimiz olacaktır. Bir Müslümanı dışlamak kolay olsa da kazanmak bu kadar kolay olmayacaktır. Büyüklerimiz “Kalbi kırmaya bir söz yeter, Kırılan kalbi yapmaya ise ne bir özür ne de bir ömür yeter.”demekle ne kadar haklı, mantıklı bir ifade kullanmışlardır.
“Ezilletin alel Mü’minin ve eizzetin alel kafirin”buna rağmen vahdet çağrıları karşılık bulmuyorsa bu ilahi hitabı bizi ne kadar bağlıyor acaba; Müslüman düşünürlerin vahdet ve kardeşlik alanında çok ciddi katkıları olmasına rağmen bu katkıları zahmet edip müspet olarak karıştırmayanlar Mü’min lerin arasını karıştırmaları olumsuzlukların hakim olduğu kaçınılmaz akıbetleri olacaktır.
Olay ve olguları tarihsel gerçeklerle bir fikir gerillası olarak İslam mantalitesinde konjonktürü yorumlayan ve bu fikirlerinden dolayı Kimi Şiiler ve Kimi Sunnilerce mezhep mağdurluğu yaşayan büyük usta Dr.Ali Şeriati(ra) dinleyelim,
“İslam toplumu devrimci bir düşünce ateşine, “öğreti “ye muhtaçtır.
İslam toplumu sömürü karşısında “Vahdet’e” muhtaçtır. Müslüman halklar ayrımcı düzende “Adalet”e muhtaçtır. İşte bu nedenle Ali’ye ihtiyaç vardır.!”
Allah’ı bulduğumuza sadece seviniyoruz, ama saçımızın her telinin altında bir firavunun hamallığını yapıyoruz.
“Allah’ı bulmak kolay, Allah’ı bulanı bulmak oldukça zordur.”(Şeyh.Muhyeddin-i Arabi ra)
Heyhat ki; Literatürde geçen “Dostun ihaneti, Düşmanın merhameti beni yıkar sözü bihakkın Ümmetin pratikleri oldu.
Şüphesiz vahdette rahmet, ayrılıkta zahmet vardır.
İslam’da kardeş olanlar bu kardeşliği imanın hakikatlerinde buluşturmadıkça iflah olmaz algıların kurbanıdırlar. Vesselam
İlk Yorumu Siz Yapın