HİKMET VE MARİFET
“Yâ. Sîn. Yemin olsun o hikmetlerle (bilgeliklerle) dolu Kuran’a ki, hiç kuşkusuz, sen, gönderilen elçilerdensin.” (36:1-3)
“Yemin olsun ki, Allah müminlere lütufta bulunup onları minnettar bırakmıştır: Kendi içlerinde onlara öyle bir elçi gönderdi ki, onlara Allah’ın ayetlerini okuyor, onları temizleyip arındırıyor, onlara Kitap’ı ve hikmeti öğretiyor. Oysaki onlar, bundan önce açık bir sapıklığın tam içindeydiler.” (3:164)
“İşte bunlar, Rabbinin sana vahiy ettiği hikmetlerdir. Allah ile birlikte başka ilah edinme; sonr“Evlerinizde Allah’ın ayetlerinden ve hikmetten okunanları hatırlayın. Kuşkusuz, Allah Latiftir, Haberdar’dır.” (33:34)
“İşte bunlar, Rabbinin sana vahiy ettiği hikmetlerdir. Allah ile birlikte başka ilah edinme; sonra kınanmış ve uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın.” (17:39)
“Andolsun onlara, kötülüklerini engelleyecek nice önemli haberler gelmiştir. Bu, büyük bir hikmettir. Fakat uyarılar yarar sağlamıyor.” (54:4-5)
Tüm filozof ve Arifler Ontolojik, Epistemolojik, ve felsefi olarak çok boyutlu ve yorucu çalışmalar yapmalarına rağmen henüz Varlık, yaratılış hayat hikmet ve marifetlerini belki çok geniş bir şekilde yorumlamışlardır. Alimlerin bu yorucu çalışmalarından da çok az insan istifade etmektedir,
Kelam ve felsefe boyutuyla çok geniş izahlar getirilen bu konu çok derin ve ağır olmasına rağmen sadece bir ön söz kısa bir bilgi dağarcığının oluşmasını gaye edindik.
Hayatın tümel bilgisine sahip olmayan insan ancak niceliksel fikirler üretme imkanına sahiptir, Çünkü eşyanın nitelik ve mahiyeti tümel bir ilimle ancak tam olarak izah edilebilir. Bunun için vahiy kültüründen beslenen Müslüman filozofların izahları tüm dünyada hala parlaklığını koruyabilmiştir.
Arapça hükmü mastarı ve köken olarak gemlemek; sağlam olmak(ihkam) köküyle ilişkilidir.
Hikmet ile felsefenin farkı şudur: Hekim, hem fikre hem de amele sahiptir, hekim aynı zamanda amel ehlidir, Felsefecinin böyle bir aktivitesi olmayabilir.
Eski İranlılar filozoflara hekim derlerdi, hatta peygamberlere de hekim derlerdi. 4 bin 5 bin yıl önceki antik İran’da böyle derlerdi. Antik Yunanda ise felsefe derlerdi. Felsefe, zaten Yunanca bir kelimedir. “Filo” ve “sofia” kelimelerinin birleşmesinden oluşan bir kelimedir. Sofia; hikmet, marifet, bilgi ve bilmek demektir. “Filo” ise seven anlamına gelir. Filozof; hikmeti, bilgiyi, marifeti seven kimse demektir. Bunu Sokrates söyledi, daha sonra da Eflatun… “Ben filozofum” dedi, yani tevazu göstererek “Ben hekim değilim, ben hikmeti seviyorum” demiş oldu.
İslam filozofu Kindi, felsefe ve hikmet terimin eş anlam gibi kullanıyor, metafiziği “hikmetlerin hikmeti olarak adlandırıyordu. Farabi’ye göre hikmet anlamları idrak etmekti.
Farabi, Allah’ın hem âlim hem hakim olduğunu belirtirken hikmeti “en üstün ilimle en yüce şeyleri akıl etmek” şeklinde tanımlamıştır
İbn-i Sînâ Metafizik anlamdaki hikmetin: yönteminin bir şeyi her yönden düşünme, amacının ise insanın ulaşabileceği nihaî sebepleri kavramak olduğunu söyler.
Platon ile Aristo’yu uzlaştırdığı eserde onlardan “hakimler” diye söz eder. İbn-i Sina’ya göre gerçek anlamda hikmet metafiziktir.
Muhiddin İbnü’l-Arabi, Fususü’l-hikem eserinde hikmeti tanımlar. Bir bilgiyi hikmet kılan ondaki yönlendirici ve hükmedici niteliktir. Gerçek anlamda hakim, hikmetin bilgisine sahip olmakla kalmayıp bu bilgiyi kullanan, uygulayan ve onunla hükmedendir.
Her şeyin hakkını vermek, her şeyi yerli yerine koymak hikmet gereğidir. Allah’ın kulları varlıktaki ilahi hikmetin farkına vardıkça bu bilginin hükmü altına girerek bilgelik yolunda ilerler. İbnü’l-Arabi’ye göre hikmet, varlığın ilkelerinin yahut bu ilkelere dayalı sabit düzenin bilgisidir ve bu çok değerli özel bilgi hikmetinin davranışlarında somutlaşır.
Vahdet-i Vucud felsefesinin Piri Beş yüz eser peşinden bırakan bu Arif de, zındıklıkla itham edilerek idam edilmiştir.
Hikmetli kişi varlığın düzen ve işleyişinin hikmete uygun düştüğünü yani her şeyin bulunması gereken çizgiyi takip ettiğini bilir; bunun sonucu olarak da razı olur.
İbn Miskeveyh de hikmeti onu araştıranlar için Allah’ın en büyük lütfu olarak değerlendirerek hikmeti araştıran kimselerin aydınlanıp arınacağını, hikmete ulaşıp bu bilgiyle kurtuluşa ereceklerini söyler.
Şeyh-i İşrak da (Sühreverdi) hikmeti “bahsî” ve “zevkî” olarak ayırmıştır. Orada kendisinin hikmetinin bir çeşit “itaî” hikmet olduğunu yani Allah vergisi olduğunu söylüyor.
Molla Sadra “Arşiye” risalesinde “Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar.” ayetini temel alarak hikmeti iki kısma ayırıyor. Birincisi “tahsili” olan yani kazanılan hikmet, ikincisi ise “itai” hikmet yani Allah tarafından verilmiş olan hikmet.
Erzurumlu İbrahim Hakkı hikmeti: ilahi ilhamdan kaynaklanan ve öğretimle değil, perhizle elde edilen bir bilgi sayar. Hikmet Allah’ı bilmekten ibaret olmalıdır.
Hikmet eşyanın ve Varlığın yaratılışı içindeki herkesçe bilinmeyenlerin ilmidir. Hikmet yaratılışın Ruhudur, Hikmeti tasavvur ve idrak etmekten aciz olanlar kabukla iktifa etmek zorundadır. Öz’deki hareket ve fırtınalar onları ilgilendirmiyor.
Felsefe Ustası Dr.İbrahim Dinani’yi kısaca dinleyelim
“Amel mi ilmin kökenidir, yoksa ilim mi amelin kökenidir?
: Her ikisi de… Öncelikle görüş yani teori olmadan amel yani pratik olmaz. Şimdi size bir örnek vereyim. Bir kişi bir iş yapıyor ve ona ne yapıyorsun diye sorduklarında diyor ki “Bilmiyorum”. “Niçin yapıyorsun?” diye sorduklarında bilmiyorum diye cevap veriyor. Mesela bakıyorsunuz ki biri büyük bir emek vererek bir şey yapıyor, ona “Ne yapıyorsun?”, “Niçin yapıyorsun?” , “Bunun ne faydası var?” diye soruyorsunuz, o da tüm sorularınıza bilmiyorum diye cevap veriyor. Sizce böylesi biri nasıl bir insandır? Deliden daha kötü değil midir?
Dolayısıyla belli bir düşünce olmadan amel olmaz. Bu durumda düşünce önce gelir; ama aynı zamanda amel de düşüncenin öncülü olabilir. Mesela amel bir insanı daha iyi bir düşünce için hazırlayabilir. Örneğin yüzme eğitimini düşünün. Yüzme için önce teorik bilgi alırsınız; ama daha sonra pratik yaptıkça daha başarılı bir yüzücü olursunuz. Yani teoriniz de güçlenir. Yani önce teori ile işe başlamanız gerekir; ama daha sonra amel ölçülü ve tekrarlı oldukça daha fazla tecrübe kazanıyorsunuz ve teoriniz de güçleniyor.
Aynı şey ibadetler için de geçerli. Bilgi ya da düşünce olmadan ibadet olamaz. Hiçbir şey bilmeyen birinin ibadeti nedir bana söyler misiniz? Hiçbir şey bilmiyor ama ibadet ediyor, bunun bir anlamı var mı? Genel de olsa özet de olsa basit de olsa bir şeyler bilmeli ki amel edebilsin.
İbadet, ibadet ameli, nefsin tezkiyesini yani temizlenmesini sağlıyor. Tezkiye nedir? Nefsani bazı şeylerin engellenmesidir, bir anlamda bir tür egzersizdir. Örneğin namaz kılıyor ve Allah’a yöneliyorsunuz, bir dizi nefsani davranışları engelliyorsunuz. Nefsani şeyleri engellemeniz, sizi daha iyi bir düşünce için hazır hale getiriyor. O halde amel düşünceden kaynaklanıyor. Ama amel de insanın zihnini, insanın içini teorik makamda daha da yücelmek için daha hazır hale getirebilir.”
Ustat Dinani’nin bu yorumunu Hz.Ali(as) şu tavsiyesi ile okursak Konu daha derinlemesine anlaşılır,
“Hayallerinize dikkat edin Düşünceniz olur, Düşüncenize dikkat edin fikirleriniz olur, Fikirlerinize dikkat edin, Davranışınız olur, Davranışlarınıza dikkat edin alışkanlıklarınız olur, Alışkanlıklarınıza dikkat edin karakteriniz olur, Karakterinize dikkat edin Ahlakınız olur, Ahlakınıza dikkat edin Kaderiniz olur.”
Mükemmel bir izah çağdaş Psikoloji, Ahlak bilimciler, eğitimcilerin ve pedagogların buna ilave edecekleri hiçbir şey yoktur.
Nitekim peygamber öğretilerinde “Hikmet MÜ’ minin yitik malıdır. “ifadesinde yerini bulan her şeyin bir hikmete binaen yaratılmıştır, insan sebepler zincirini takip edip öz’e ulaşma yolunda gördükleri acaibatlar Hayretini artırmakla birlikte bu merak ve hayreti O’nda Mutlak’a ulaşma aşkına dönüşür, ve beşer için bazen meczupluk ile itham edilse de onlar aslında bu meczupluğunu hikmetler yolundaki harikalara borçludur.
Nitekim İrfan felsefesinin Pirlerinden sayılan Hallac-ı Mansur Devrin bağnazları tarafından Zındıklıkla itham edilerek Vahşice derisi canlı canlı soyularak vücudu Parçalara ayrılarak Bağdat sokaklarında teşhir edilmiştir. Âmâ vücudundan akan kan Yerlerde Kelime-i şahadet olarak şekil bulunca “Ben hakkım” dan ne demek istediği anlaşılmışsa da Şehit edilmiştir.
Sebepler zincirindeki halkalar onlarda heyecan dalgaları oluşturur. Sonuçlara takılıp kalmazlar. Yalnız konuşmalarında bile kalıplarla iktifa etmezler onları mana derinliği ve genişliği esastır. İşte bunun için ariflerin sözlerini kalıp ve kabuklarla yorumlamamak gerekir. Onların literatüründe Sarhoşluk, Mey Aşk, Sevgi, Sevgili kalıplarını aşan ruh’un mutlak olana ulaşma seyahatindeki bir lisandır. Bu lisanı bilmeyenlerin konuşması saçmalıklar ve saplantılar üretir.
Hz. Ali’nin (a.s) şöyle dediği rivayet edilir:
“Hiç bir ayet yoktur ki, dört anlam içermesin:
-Zahir, batın, sınır ve başlangıç.
-Zahir okuma ve tilavettir.
-Batın anlamadır.
-Sınır helal ve haramla ilgili hükümlerdir.
– Başlangıç ise, bu ayetle yüce Allah’ın kullarından istediğidir. Allah’ın muradıdır.”
Hz. Ali (as) ifade ettiği batıni anlama tamamen hikmetin idraki ve bu idrak üzerinden gelişen ifade şeklidir ki bunu da Allah’ın veli ve Salih kullarına ilhamla bahşettiği Lisanı hikmettir.
İşte o ilahi muradı da O’nun veli ve elçilerinden öğrenmek gerekmez mi.?
Nitekim bazı ayetlerde Yüce Allah tüm yaratılanlara hitap ederek “Hadi başarabilirseniz benim yaratıklarımın bir benzerini yapın” İlahi hitaba bugüne kadar cevap verememiştir.
Evet hayat mevcut örnekler üzerinden devam ediyor. Yeni bir şey yok. İnsanlar O’nu inkar ederken bile O’nun verdiği idraki kullanarak küfranı nimet olmayı da deniyor. ve İşte kendi kendisine zülüm de buna derler. Hani halk arasında Abdal’ın biri dervişin birine rastlar ve sorar bu makama ne zaman ulaştın? Derviş;”Bu memlekette bana deli dedikleri günden beri” diye cevaplamış.
HEKİM VE HASTASI..!
Beyazıt’ı Bestami bir gün Tımarhanenin önünden geçerken hizmetçi havanda tokmakla bir şeyler dövüyordu.
Beyazıt hizmetçiye sordu ne yapıyorsun ?
Hizmetçi Deli’lere ilaç yapıyorum, dedi
Beyazit benim de bir derdim var, Bana da bir ilaç yapar mısın dedi;
Hizmetçi derdin nedir.?
Beyazıt ı bestami cevaben Çok Günah işliyorum.
Hizmetçi, O derdin ilacını bilmem dedi.
Bu arada kulak misafiri olan Deli’nin biri Betazıt’a gel,gel ben senin ilacını bilirim,
Betazıt’ı Bestami deliye yaklaştı ve anlat dedi;
Deli; Bak dedi; Tövbe kökü ile istiğfar yaprağını karıştır,
Kalp havanında tevhit tokmağı ile döv,
İnsaf eleğinden geçir,
Gözyaşı ile yoğur,
Aşk fırınında pişir,
Sabah akşam bol miktarda ye. Bak göreceksin hastalığından eser kalmaz. Dedi ;
Yorum: Bu tarif pek delinin tarifine benzemiyor. Siz ne dersiniz.?
Hz. Ali(as) “Günah işlenmeyen her gün sizin için bayramdır” İfadesi bir bütün olarak hayatı ve memattı özetliyor.
Bu arada Şems- i Tebriz’inin bir sözü aklıma geldi o’nu aktarayım gerisini size bırakayım.
Şems ” Aşkı aramayın biz çok aradık, Bulduğunda ya veli olursun ya da deli “
Deli mi? Veli mi düşünün.?
Her şeyin bir karşılığı olacaktır elbet, Hidayet Rahmet ise Gaflet de zulmet barındırır elbet.
Allah İnsana güç, hikmet ve mizanı bahşetti ve üçünün aynı andaki ritmiğinden Adalet gibi pırıl, pırıl bir hayat doğar.
Tenefüs ettiğimiz havanın bize neler kattığını, Aldığımız gıdaların bünyemize nelere sebep olduğunu ve hangi mimari ile inşa edildiklerini, Hücrelerimizin dayanışması ile bünyemizin teşekkül edildiğini, Hayatımız için gerekli olan fizik kanunlarının bize katkılarını ve nihayet hayatın tümelinde bize hizmet eden hikmetlerin rahmet barındırdığını ve bu rahmetin tek karşılığının da nimetin sahibini bilmek idrak etmek itaat etmeyi gerektirdiğini düşünmenin de hikmet ve marifet olduğunu karşılığının da şükür gerektirdiğini idrak etmek gerekmez mi?
Tüm bunlara duyarsız olanlara ilahi hitap “Biz aklını kullanmayanları pisliğe mahkum ederiz.”beyanı mükemmel bir önerme ve aklı selim gerektirmez mi?
İnsandaki ebedi yaşama hissi idrakten ve hikmetten mahrum kalırsa bünyeye sirayet eden bu kabuklu sevgi ve aşk onu Eşreften, Esfel’in sakini olmaya çeker ve bu tür sakinler için çok tanrılı bir itikat sahipliği bırakır. Şirk ve isyanın figürü olmakla övünmeye gayret eder.
Hidayet Rahmettir, Yakmayan Nar’dır, Sönmeyen Nurdur, herkes için çekilmeyecek Zahmettir, Gözün perdelerinin yırtılıp ilm-el yakin mekanlarını aşıp hakk-el yakin ve aynel yakin mekanlarında yaşamaktır.
İşte bunun için Hz. Ali(as) “Cennet ve cehennemi gözümdeki Kornea ile görsem bile imanımda artma ve eksilme olmayacaktır” İfadesi kabuğu ve perdeyi aşan hikmetin ve harikaların itirafıdır. Şüphesiz konu çok uzun izahlara muhtaçtır.
Hikmetin Kıymetini bilenlere selam olsun.!
İlk Yorumu Siz Yapın