İçeriğe geç

SUNİ KORKULAR ÜRETMEK..

    SUNİ KORKULAR ÜRETMEK.
     ( Korku ve Kulluk)

    Korku sonuçları itibariyle iki evrelidir: Birincisi kimyasal; ikincisi duygusaldır.

   Kimyasal olanı evrenselken, duygusal olanı öznel/ bireyseldir. Kimyasal bağlamda, algılanan bir tehlike ile karşı karşıya geldiğimizde vücudumuz belli bir şekilde yanıt vermektedir: Kalp atışı, kan basıncı, kanın kimyasal yapısı, nefis alış-veriş oranı, terleme, uyku düzeni, iştah ve cinsel isteksizlik, kabız veya ishal, soğuk ve hastalıklara karşı duyarlık, alkol/ilaç tüketiminde artış ve/ya aşırı yemek şeklinde sergilemektedir.

    Bu fiziki yanıtlar bazen ya üstüne git/boğuş ya da kaç/boş ver şeklinde belirmekte; vücut kendini ya savaşmaya/ mücadeleye veya kaçışa doğru hazırlamaktadır. Kimyasal yanıt otomatik bir yanıttır ve yaşam için önemlidir.

Aslında korku bireyin tehlikeler karşısında kendisini korumasını sağlayan, insani bir duygudur. Neo-liberalizmden doğan korkular ise ”varoluşsal ve insani olmayan korkular”dır.

   Çalışanlar tehdit altındayken, özerk benliğini kaybederek edilgen hale gelmekte ve kul benlik olarak hayatını sürdürmektedir.
Korkuya bağlı olarak çalışanlarda ortaya çıkan davranışlar şunlardır:

   a) İşçilerin Düzenle Uyumlu Olma Hali:

   Fakirlik sınırında maaş alan birçok işçi sömürülmesine rağmen, patron ya da devlet gibi düşünmektedir.

   Çünkü bilinç dışında yaşayan ‘ korkular’, emekçileri sistemle uyumlu (dış odaklı) olmaya zorlamaktadır.

   Bu düşünce biçimindeki insanlar içinde bulunduğu fakirliği, ”devlette para olmamasına” ya da ”değerinin bu olmasına” bağlamaktadır. Bununla beraber,bazı çevrelerin dini referanslarla fakirliği kutsaması da bu adaptasyonun bir parçasıdır.

   b) İşçilerin Sınıfıyla Çatışma Hali:

Ekonomik korkular, insanların en temel ihtiyaçlarını karşılayamayacağı düşüncesiyle çıkan korkulardır.

   Bu ruh hali de bireylere şiddet yüklemektedir. Savaş koşullarından ötürü mülteciler ülkemize gelmekte, ucuz iş gücü olarak çalıştırılmakta ve yerli işçiler de işsiz kalmaktadır.

   Ancak yerli işçiler, sorunun kaynağını patronlarda değil mültecilerde aramakta ve onlara saldırmaktadır. Oysa iki taraf da işçidir. Ancak insanların varoluşsal korkuları, sınıf bilincini yok etmektedir.

   c) İşçilerin İnsani Korkulara Duyarsızlaşma Hali:

Türkiye’deki madenlerde ölen işçilerin yerine, çocukları ya da yakınları işçi olarak girebilmektedir.

   Aslında iş sahibi olup sağlıklı ve güven içinde yaşamayı istemek, ölümden de uzak yaşamayı istemektir. Ancak işçinin ölümle burun buruna çalıştığı ortam, ailesinin yaşam kaynağıdır.

   Bu yüzden insanlar her türlü olumsuzluğu göze almaktadır.

   Bununla birlikte, ”soma katliamı” başta olmak üzere, her işçi cinayetini dini olgularla açıklayarak bu acıların muhafazakârca yaşanmasını sağladı ve insanlar bu katliamlara ”doğal felaket” ya da ”kader” gözüyle bakabildiler.

   Bu politika da insanların güvencesiz ortama uyumunu sağladı. Bu sayede sistem, insani olmayan şartları sürdürme imkânı buldu.
Aslında insani korkularımız, bu güvencesiz çalışma koşullarını reddetmemizi ister.

   Ancak varoluşsal korkular, insanı edilgen ve bağımlı kılarak, reddetmeyi önlemektedir.

   d) Başarı Baskısının Korkuyu Üretmesi:

    Başarı esası, hem ücret artışının hem de prestij sahibi olmanın en temel ayağıdır. Ancak insanlar başarıyı, başkalarının başarısızlığıyla kazanmaktadır. Bu gizli düşmanlık da korkuyu yeniden üretmektedir.

   Bu korkunun adı da ”başaramama korkusu”dur (Diether Duhm, 1987).

   Bu yüzden insanlar, örtük biçimde çalışma arkadaşlarının başarısızlığını istemektedir.

   Böylece başarı ilkesi, tıpkı etnisite ve Hizip-Kutup gibi çalışanları bölmektedir.

   Birçok işletmede karşımıza çıkan ”haftanın elemanı” uygulaması buna iyi bir örnektir.

   e) Madde Bağımlılığında ve Cemaatlere Üyelikte Artış:

Neo liberalizmin yarattığı sömürü varoluşsal kaygıları arttırdığından, madde kullanımı da bu olumsuz ortama bir dayanma aracı olarak karşımıza çıkıyor.

   Aynı zamanda sendikaların zayıflaması, insanlarda sınıf bilincinin olmaması ve siyasetin muhafazakâr fay hattı üzerinde şekillenmesi de çalışanları cemaatlere sürüklemektedir. Emekçi dayanışmasının yerini ”cemaat ilişkileri” ve ”madde arkadaşlığı” almaktadır.3.Dünya ülkelerinden yaygın olan bu tür kulluk kültürü cennetin hurilerini gönüllü köleleri Nurilere ve yalan dünyanın kurbanı olduğumuz Gavs kellelerinin yedi sülalesini ve siyasal statükoyu uzun yıllar mutlu etmeye yetiyor.

   f) Korkunun Gelecek Kuşaklara Aktarımı:

   Korkular toplumsal yaşamı etraflıca sararken, aile yaşamı bundan bağımsız değildir.

   Başarı kavramı bu kez aileler tarafından, çocukların eğitim hayatı için bir ilke haline getirilmektedir. Onların okul başarısı kendilerinin de başarısıdır. Böylece rekabete başlamış olurlar.

   Aynı zamanda eğitimdeki yüksek başarının, bu ekonomik düzende insanları iyi bir konuma getireceği inanışı vardır.

   Bu yüzden aileler çocuklarına otoriterce davranmaktadır. Özellikle muhafazakâr yaşam biçiminin güçlü olduğu ailelerde, buna ek olarak dini tabular da eklenmekte ve çocuklar hayatlarının ilk adımlarında korkuyla tanışmaktadır.

   Ve çocuk toplumsal yaşama girdiğinde, artık egemenlik ilişkilerine uygun bir karaktere sahiptir. Böylece ‘düzen’ insanları aile içinde örgütlemiş olur.

   Nitekim Suud Firavunları “Yemende öyle bir şiddet uygulayacağız ki gelecek birkaç kuşak üzerinde etkileri his edilsin.” Beyanı şiddete dayalı ikrahın ve itaatin izahıdır.

  Tarih boyunca Firavunlar tebaayı cahil bırakarak, Aç bırakarak ve sistemli güç kullanarak bekalarını sağlamışlardır, geldiğimiz noktada değişen bir şey yok, Maraba/Ağa, Şeyh/Mürit, Siyasetçi/Göt öpen yalakalar, Efendiler ve köleler Patron/İşçi çağdaş dünyada şekil ve unvanlar değişse de kaderde değişen bir şey yok..

   Sonuç

   Görüldüğü gibi emekçi sınıflar varoluş korkusunu işsizlik ve iş güvenliği olmak üzere iki konuda yaşamaktadır.

   Bu korkuları giderecek olan sermayenin uygarlaşma görüntüsü değil, ”örgütsel vatandaşlık”, emekten yana yasal düzenlemeler ve halkçı ekonomik uygulamalar ile gerçekleşecektir. Bütün bunlar da AKP eliyle değil, emekçilerin iktidarıyla gerçekleşecektir.

    Davulcu ile zurnacı, işten dönerlerken , akşam vakti bir mezarlıktan geçmeleri icap etmiş, korkmuşlar bir türlü geçememişler, şöyle bir çözüm üretmişler.
Zurnacı, davulcuya demiş ki;
– Sen davula vur, ben zurnaya asılalım, bir gürültüyle şu mezarlığı geçelim. Demiş.
    Davulcu bu görüşü uygun bulmuş, mezarlıkta bir kaç adımdan sonra davula bir dokunmuş.
    Meğer sürüsünü kaybetmiş bir oğlak, orada bir çukurda yatıyormuş , davulun sesiyle birlikte , meee diye önlerine sıçramış!
Aha! hortlak! demişler, biri oraya yıkılmış, diğeri tabanları yağlamış, başlamış kaçmaya!
    Oğlak ta kaçanın peşinden tapırtıya koşmaya başlamış.
    Yere düşen, Zurnacı kafayı kaldırmış, bir de ne görsün!? Hortlak arkadaşını kovalıyor, yapacak bir mecali yok ki arkadaşını kurtarsın!
Ümitsiz bir şekilde seslenmiş ;
    Kaç kara Mustafa’m kaç! İşin bir Allah’a kaldı.
    Sonuç: Hayatın gerçekleri ile yaşamayı beceremeyenler anlamsız gürültülerle sadece kendilerini değil belki masum kuzuları da sahte umutlarla peşlerine takıp ,Mizah konusu olan ve korku dolu gecelerle yaşarlar..!Vesselam

Tarih:Genel

İlk Yorumu Siz Yapın

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir