TAŞLAŞMAK MÜMKÜN…..
Roma İmparatorluğu, yakın çağın en putperest imparatorluğudur. Vezüv yanardağının eteklerindeki Pompei şehri, Romalı yönetici-aristokrat ve zenginlerinin; sapkınlık, şımarıklık ve debdebe içinde yaşadığı; bağlar, bahçeler ve villalarla çevrili, çok güzel bir yerdi. MS 79’da patlayan Vezüv yanardağı, bir kaç saat içinde kenti mezarlığa, orada yaşayan Romalıları da, tapındıkları putların benzeri “taş görüntülü insanlara” dönüştürdü.
24 Ağustosda Vezüv yanardağından yükselen dumanlar, kısa bir sürede şehri mezarlığa dönüştürdü. 20.000’i aşkın insan yok oldu. İnsanlar, lavların içinde kavrulup 2000 yıl boyunca küller altında kaldılar. İtalya’daki Pompei, Napoli’nin 25 km uzağındaydı.
Vezüv yanardağındaki püskürme 2 gün sürdü. Pompei bu 2 günün sonunda 6-7 metre derine gömülmüştü. İlk kazılar, 1709 da Herculaneum da başladı. Uzun çalışmalar sonunda, kent ortaya çıkarıldı. Dönemin en güzel evlerini, eşyalarını ve sanat eserlerini bünyesinde barındıran Pompei, dakikalara sığabilecek bir zaman diliminde, yerle bir olmuştu.
Akdeniz’in hafif deniz rüzgarlarını alan bu sevimli kent, Roma’nın tüm zengin, aristokrat ve nüfuzlu insanlarını kendine çekmişti. MÖ 5000 yıllarında kurulmuş olan şehir, lavlar altında kalmadan 159 yıl önce Romalıların eline geçmişti.
Pompei’yi 8 kapılı büyük bir duvar çeviriyordu. Şehrin ortasındaki forumda, her hafta ayrı bir eğlence düzenleniyordu. Eğlenceler kimi zaman bir kölenin köleyle veya bir aslanla ölümüne dövüşmesi şeklinde oluyordu.
Vahşetin her türlüsü her hafta Pompeililere sergileniyordu. Pompei’nin en önemli binaları, bu meydana bakıyordu. Bu binalar; 2 tiyatro binası, gladyatör alanı, hamamlar ve tapınaklardır. Yapılan kazılardan anlaşıldığına göre; zenginlik ve debdebenin akıl almaz boyutlara yükseldiği Pompei, günden güne tefessüh ediyor ve şehrin her köşesinde, “fuhuş ve lutilik evleri” boy gösteriyordu. Nitekim bir Roma belgeselinde, Sezar’ın, küçük yaştaki yeğeniyle olan homoseksüel ilişkisinin; oğlanın annesi tarafından teşvik edilerek; bir “şeref(!)” olarak takdim edilebilmesi, dehşet vericidir.
KÜL BULUTUNUN YUTTUĞU ŞEHİR: POMPEİ
Forum, tapınaklar, tiyatrolar, amfitiyatrolar, bazilikalar, caddeler, atölyeler, kenar mahalleler, hamamlar, meyhaneler, çamaşırhaneler, değirmenler, fırınlar, kumarhaneler, batakhaneler, hanlar, şehri gezenler tarafından bugün bile farkedilebiliyor. Ve sonunda da, kenti baştan başa kaplayan lavlardan kaçmaya çalışan insan ve hayvanların, bedenleriyle yüzyüze geliniyor. Burada, tarihin en trajik olaylarından birine tanık oluyorsunuz. Etnograf, Prof. Carlo Giardano, 79 yılının 24 Ağustos günün saat 13’ünde Pompei’de olup bitenleri şöyle anlatır:
“O gün öğle vakti, volkanın ağzından aniden yükselen bir kül bulutu, bir kaç saat içinde bütün Pompei’yi kaplamıştı. Böylece şehir, çok uzun bir sessizlik dönemine girdi. Burada yaşayan binlerce insanın, tehlikenin bu kadar yakınında oldukları halde gafil avlanmış olmaları, o tarihlerde Vezüv’ün bambaşka bir manzara altında olmasından ileri gelmiştir.”
DEPREMLERLE UYANMAYAN ŞEHİR: POMPEİ
Yamaçları, meşhur politikacıların villalarıyla süslü olan Vezüv; bağlar, bahçelerle çevrili ağaçlık bir yerdi. Tepesindeki kalkerleşmiş taşlardan başka eski zamanların dramını hatırlatan herhangi bir hali yoktu. Oysa daha önceleri, Vezüv’de yine bir püskürme olmuştu. Daha sonra bu püskürmeyi, Yunan coğrafyacısı Strabon, kraterleri incelemek suretiyle keşfetmişti. Ancak bundan bahsetmemeyi uygun bulmuştu. Aslında söyleseydi de ona kimse inanmazdı. Çünkü insanların gözü, para ve zevkten başka birşey görmüyordu. Belkide, MS 62’de meydana gelen ve şehri tamamıyla yıkan bir zelzele, bu feleketin habercisiydi. Depremler o kadar sık oluyordu ki, artık Pompei halkı bunları önemsememeye başlamıştı. Tıpkı yavaş yavaş ısınan kurbağa gibi.
Vezüv’den dumanlar yükselmeye başladı. Bir patlama olacağını anlayan halk, limana doğru kaçmaya çabaladı. Gemilere binebilenler bir daha dönmemek üzere kentten uzaklaşmaya başladılar. Sarsıntılar başlayınca, 20 dakika kadar süren bir şaşkınlık yaşandı. Halk paniğe kapıldı ve bir hareketle Sarno nehrindeki 600 metre uzakta olan bir limana atıldılar. Yollarını bir deniz kabarması kesti. Dev dalgalar, bindikleri gemileri birer çöp gibi yukarıya kaldırıyor ve şehrin surlarının içindeki kızgın lav denizine doğru fırlatıyordu.
Gökten iri kum taneleri büyüklüğünde, çok kızgın küçük taşlar yağmaya başlamıştı. Hemen arkasındanda da, gaz ve kül yüklü kocaman siyah taşlar düşmeye başladı. Bu sonuncular yere değer değmez patlıyor ve ilk kayıpların verilmesine sebep oluyordu. Diğer taraftan evlerinin volkanın süngertaşı-kül yığınının ağırlığına dayanamayıp çökmesiyle yok oluyorlardı. Volkandan çıkan zehirli gazları soluyanlar ise anında ölüyordu. Sonra ardı ardına Pompei üzerine kızgın küller yağmaya devam etti. Ve ilk ölenlerin üstünü yorgan gibi örttü. Birkaç saat içinde, “dünya ve zevk cenneti Pompei”, büyük bir mezarlığa döndü. 20.000 insan bir anda yok oldu.
SODOM VE GOMORA’YI ÇAĞRIŞTIRAN ŞEHİR: POMPEİ
Gökyüzü kararmış olduğundan, şehirde görüş mesafesi sıfıra düşmüştü. Şehrin insanları, rastgele sağa sola koşup duruyorlardı. İçlerinde farkında olmadan, Vezüv’e doğru koşanlar bile vardı. Kurtuluşu evde görenler, volkandan çıkan müthiş sıcaklık yüzünden; havadaki oksijenin kısmen karbonik gaza dönüşmesiyle boğuluyorlardı.
İnsanlar, taştan tanrılarından bu ölüm anında can-hıraş yardım diliyorlardı. Kendilerini tanrı ilan eden Romalı yöneticilerin put-tanrılara ne kadar inandıkları şüpheli olsa da, kendi tanrılıklarını onaylatmak için bu put-tanrılara ihtiyaçları vardı. Kısacası Roma’nın zalim-aristokrat yönetimi, iktidarlarını bu taştan put-tanrılara borçluydu. Bu, Roma’nın akla ziyan putperest halkının putlarına yakarışları, hiç bir zaman duyulmayacaktı.
Zira kendi tarihinden habersiz insanoğlunun, bu kaçıncı aldanışıydı. Bu “dramatik helak”ın uzak veya yakın seyircileri, yahut bu azaptan kurtulanlar ise maalesef bu şokla da uyanamayacaklar ve “tanrıların gazabı” diyerek, “dramatik aldanmaları”nı sürdüreceklerdir.
Eski putperest kavimlerin, Elçilerini öldürmeye teşebbüs ederek; helak olmaları burada hatırlanmalıdır. Çağının emperyal gücünü temsil eden paganist Roma imparatorluğunun yöneticileri de, İsa peygamberi “öldürmeye teşebbüs”ün cezasını, acı bir şekilde ödemiş görünmektedirler. İsa peygamberi “öldürmeye teşebbüs” suçu, her ne kadar Yahudi din adamlarının, “tarihsel katletme alışkanlıkları”nın bir tezahhürü ise de, zalim Roma’nın bu suçun ortağı olduğu apaçık ortadadır.
Yaklaşık 2000 yıl o görkemli villalar, heykeller, duvar resimleri, mozaikler, tapınaklar ve pazarlar dokunulmadan gömülü olarak kaldı. Arkeologlar kenti keşfettiklerinde, son gün pişmiş ekmeği bile fırında buldular. Pompei’nin üzerine düşen kızgın küller, 3 gün siyah kar gibi yağmaya devam etti. Ve arkasından Pompei, tamamen sessizliğe gömüldü. Pompeililertaş kalıplar halinde çıkarıldıkları vakit, ölüm anında ne yapıyorlarsa o halde bulundular.
Bir duvarın üstündeyse bugün bile görülebilecek; Sodom ve Gomora yazısı bulunmaktaydı. Tarihçilere göre; Pompei’de yaşayan Yahudi köleleri, bu yazıyı Pompei’nin, “putperest, sapkın ve şımarık hayatı”na işaret etmek için yazmışlardı.
Küfranı nimet bir toplumun felaketi için yeterli sebeptir, top yekûn bir şımarıklık topyekûn helaketin habercisidir.
“ Toplumları yıkan maddiyat değil ahlaksızlıktır..” (Prof. Allex Carrel-İnsan denen bu meçhul kitabından)
“Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde oranın şımarmış yöneticilerine (iyiye yönlendirici) emirler veririz; onlar ise orada günah işlemeye devam ederler, sonuçta o ülke helâke müstahak olur, biz de oranın altını üstüne getiririz.”(İsra/16)
Şımarık yöneticiler”e emredilenin ne olduğu hususunda müfessirler farklı açıklamalar yapmışlardır. Zemahşerî’nin açıklaması sosyolojik bir yasaya işaret eder. Buradaki “emir”den maksat, Allah’ın söz konusu insanlara her türlü imkânları bol bol vermesidir; bu da onları şımarıklığa ve azgınlığa sevkeder (II, 354-355). Böylece o ülke yoldan çıkmış olur. Bununla birlikte müfessirlerin çoğu emredilenin iyilik ve itaat cinsinden davranışlar olduğu kanaatindedirler. Râzî şöyle der:
Günah, emredilenin zıddını yapmaktır; bir hareketin günah olması, emredilmiş olmasıyla çatışır. Şu halde burada günah olmayan bir şey emredilmiş olmaktadır. Sonuç olarak Allah şımarık yöneticilere iyi işleri, yani iman ve itaati emreder; fakat onlar ısrarla emre aykırı hareket edip günah işlerler (XX, 174-175).
Âyetin bu bölümüne şöyle bir mâna da verilmiştir: Halkının günahlara boğulması yüzünden bir toplumu helâk etmek istediğimizde, günahlar ortaya çıkınca hemen alelacele cezalandırmayız, bilâkis şımarık yöneticilerine bu günahlardan vazgeçmelerini emrederiz… (Râzî,/20.Cilt., 176).
“Emirler veririz” diye tercüme edilen emernâ kelimesini “emmernâ” şeklinde okuyanlara göre (bk. Şevkânî, III, 242) âyetin mânası şöyle olmaktadır: “Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde oranın şımarıklarını ve azgınlarını iş başına getiririz; onlar ise orada günah işlerler, sonuçta o ülke helâke müstahak olur, biz de oranın altını üstüne getiririz.” Bu meâle göre Allah’ın şımarıkları iş başına getirmesi, ilgili toplumun serbest iradesiyle kötülüğe sapmış olmasının tabii ve kaçınılmaz bir sonucunu ifade etmektedir.Vesselam
İlk Yorumu Siz Yapın