BİZ VAHDETİN NERESİNDE DURUYORUZ.!?
(Bölüm 2)
“Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin ürenizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar.” (Al-i İmran 103)
Müslümanım/Mü’minim diyenlerin “İnnemel Mü’minıne ihvetun” (Ancak Mü’minler kardeştir) İlahi hitabının niçin karşılık bulmadığına bakalım.!
Çünkü; Bu ayeti huzurlu ve Kazasız yatmak için,belasız kalkmak için, yatarken okuyup etrafımıza üfledik,
Çünkü; Bu ayetin bizi bağlamadığını geçmiş kavimlerin sosyalitesine yorumladık,!
Çünkü; Bu ilahi hitabın sadece mezarlıktaki bir müzikal ve sırtımızdaki yakın korumalık Muska olarak taşıdık.!
Çünkü; Bu hitabın coğrafya ve ulusumuzla ilgili olmadığını, İbrahim’in milleti isek gerisi teferruattır diyerek algı felci yaşadık.
Çünkü; Konjonktürel Şeytanizmin bize dayattığı üstünlük ölçüsünün Takva”da değil, Ulus, ırk ve ,Soyumuzda olduğuna iman ettik.
Çünkü ittihaddan ziyade hep ihtilafları konuştuk, İttihadı pasifleştirdik ihtilafı derinleştirdik.
Çünküler uzar gider, 53 parça olmuş bir ümmeti bir arada toplayacak bir peygamber gelmeyeceğini o gelmeden bu parçaları birleştirememe acizlik ve beceriksizliğini yaşadık.!
Oysa; Peygamberin orta çağ Aristokrasisine vurduğu ilk devrimci darbe Hakimiyet ve üstünlük cihetinden oldu.
Hakimiyet yüce Allah’ındır, ve beşer için üstün olmak Arap veya Acem(Arap ırkından olmayan tüm uluslar) olmakta değil, ‘TAKVA’ ilkesini ilan etti.(İnne ekremeküm indellahi etkakum” İlahi beyan artık ümmeti bağlamıyor.
Bu ilkeye ilk Faşist darbeyi vuran çağdaş firavunlar Tefrikanın ve fesadın ilk nüvelerini saraylardaki köpeklere Karşılıklı Arap ve Türk isimlerini bırakarak işe başladılar; hatta “Kürtten olursa evliya koma gelsin avluya” lanet dolu söylemleri ile ırklarına asalet kazandıran evliyayı avlusuna almayan şeytanizme ne demeli..! Bu söylemler 600 yıllık bir Osmanlı imparatorluğunu yıkmanın şifreleridir.
Akıl asgari müştereklerde buluşmayı öngörürken, Aklın kontrolünden çıkan his ve duygular, egoları da yardımıyla azami ihtilaflarla yola devam ederler. Psikolojide Narsizm diye tanımlanan ben merkeziyetçilik, toplum maslahatları için kara kader ve dinamik Sosyolojinin enkazı, Tarihin de çöplüğü olurlar.
İslam literatüründe topluma yön ve istikamet rolüne soyunanların öncelikle Narsizm denilen bireysel beladan kurtularak İslam’ın evrensel Tevhidi deryasını Akıl, Vicdan, İman, ihlas ve bireysel ıslaha dönük İslam’ın erdemleri ile Kendi zindanından çıkamayanlar toplum mühendisliğinde rol alırlarsa ıslatan ziyade ifsada sebep olurlar. Toplumun rehavetinden ziyade rezaletine sebep olurlar,
Gazali(ra) dinleyelim,”Kul ile rabbi arasındaki ilk perde kul’un kendi nefsidir.”
Vahdetin önündeki en büyük engellerden biri de Müslümanların özgür okumalardan bigane olmaları ve kafalarının tarih zindanlarındaki kronikleşmiş oksitlenmelerdir.
Allah Rasulü (sav) buyurdu ki:
“Kim bir mü’minin öldürülmesine yarım kelimeyle de olsa yardım ederse, Allah Azze ve Celle’nin huzuruna iki gözünün üzerinde ‘Allah’ın rahmetinden mahrumdur’ yazılı olarak çıkar.”İbn Mâce, Diyât, 1
Peygamberimiz; “Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız, iman etmedikçe cennete giremezsiniz” buyuruyor.
“Kardeşin yanında yokken O’nun için dua ediyorsan, hem rızkın çoğalır, hem de senden bir kötülük bertaraf olur.”(İmam Cafer-i Sadık as)
Biz vahdet kavramından İnsanlık camiasının birliği yerine kendi Irkımızı, kutbumuzu, Sınıfımızı, Mezhep ve meşrebimizi anladık.
Çin ve Hindistan’ın yaklaşık 2,5 milyar nüfusu var. 150 tanrı 800 farklı inanca sahipler ama barış ve huzur içinde yaşıyorlar…
Biz Müslümanların bir Allah’ı bir kitabı, bir peygamberi, bir kıblesi olduğu hald0e sokaklarımız kan gölüne dönmüş…!Öldüren tekbir getiriyor, ölen şahadet…
Kana doymayan ölüm makinası(sözde)hocalar ise milyonlarca Müslüman cesedinin üzerinde kürsülerini kurup TEKFİR Fetvalarının Zevkini Çıkarıyorlar
Ve biz, İslam düşmanlarının bu oyununu sadece seyrediyoruz.! Çünkü vahdet ve kardeşlik çağrılarımız karşılık bulmuyor…
Oysa Hepimizin Allah’ı “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılıp dağılmayın” hitabını da her gün Kutsal kitaptan teberrük diye okuyup, bir elimizi yüzümüze bir elimizi de kardeşimizi yok edecek silahın tetiğine sürecek bir tiyatronun gafilleri ve maskarası olan komedyayı oynuyoruz.!
Hizip ve kutupsal asabiyet insanı kör Eder, yıllar önce bir Hizbin mensubuna bazı çelişkileri ifade ettim, aldığım cevap, Sen bu Din’i yanlış okumuşsun, Biz bizden olmayanların düşüncesi ve tespitleri ne kadar parlak olursa olsun dikkate almayız,! cevabına şaşırmıştım ve bu adamın hastalığına yorumlamıştım.!
Meğer adam hakikatte düşman olduğu Narsizm(Kişinin kendini beğenmesinde en zirve noktasıdır) hastalığına yakalanmış haberi bile yok.
Hz. Peygamber (sav)”Öyle bir zaman gelecek ki öldüren niçin öldürdüğünü, Ölen de niçin öldüğünü bilmeyecek”
Kendini Müslüman diye tanımlayanlar peygamberlerinin deyimiyle küçük cihadı(Fiili mücadele) kazanabilirler ama büyük Cihadı(Nefs ve egoları ile mücadele) kaybettiklerini realitelerinden okumak mümkündür.
İmam Ali(as)“Bin kez zulme uğrasan da bir kez zulüm yapma” diyor
Yakınlarına ayrıcalık yapmayan İmam Ali(as), Kendisine ihanet ve hakaret edenlerden, alaya alanlardan, iftira edenlerden bir tekinin bile maaşını kesmemişti.”
Bu gerçekten hayret verici bir şeydi. İşte İmam Ali’nin adaleti böyle bir ince çizgide duruyordu. O toplum o gün İmam Ali’nin adalet anlayışını anlayamamıştı. Âmâ bugün bunca zaman sonrada ne yazık ki hala anlayamadılar, anlayamadık.
Nitekim; Hz. Ali,3.Halifeye karşı gelen isyancılara engel olmaya çalışmıştı. 3.Halifenin vefatından sonra kendisine biat için gelenlere “Benim adalet anlayışım size ağır gelir. Siz en iyisi başka birini seçin ve ben de ona ilk biat edenlerden olayım” demişti.
Hz. Ali(as) Adalet konusunda hiçbir zaman maslahatçı olmamış ama vahdet konusunda maslahatçı olmuştu.
Müslüman diye kendilerini tanımlayanlar İlahi ikazlara aldırmadan dinlerini parça parça ettiler, Kısaca Kitaba uymaktan ziyade, Kitaplarını kendilerine uydurdular, kendi aralarında Empatiyi unuttular, Sempatiyi de şeytana ucuza sattılar.
Kimi kitabını ırkına, Kimi ulusuna, Kimi mezhebine, Kimi meşrebine, Kimi hizbine, Kimi soy ve asaletine, Kimi Tarikatına ,Kimi partisine, Kimi de Mal, makam ve mevkisine, Kimi de pir ve Gavsına vs. uydurdular.
Ama hiçbiri İnsan merkezli tevhidi vahdetin boyutlarını düşünemedi, İdrak edemedi, Kimisi de idrak etmeyi nefse aykırı buldu çünkü idrak akıl sahiplerine mahsus bir kabiliyettir.
Aklını kullanmayanların ise pisliğe mahkûm olacakları kitaplarındaki ilahi hitabın ikazındaki cümlenin üzerine gelince sahip oldukları mahkumiyet bu ikazı doğru okumalarına yetmedi.
Sahip oldukları Güç kuvvet ve heybetin gerçek sahibi Allah’ı unutarak merhametten uzaklaştılar.
Kendi aralarındaki şefkat ve merhameti Onların ve inandıkları Allah’ın düşmanı olan kafirlere ayırdılar, Bu şekilde farkında olmadan zilleti dosta, izzeti kafire pazarladılar, Fark edeceklerdi ama geçince, amma bitince.!
Emperyalistlerin Ortadoğu’da işledikleri zulüm ve cürümlerin Allah adına eli ve ayağı oldular, Kafasını kestiklerinin kelime-i şahadetini duymadan tekbirlerle kurbanlarını vahşice infaz etiler.
Suriye’de Selefiler Namaz rekatlarının sayısını bilmeyen üç Alevi’yi vahşice nasıl katlettiklerini de gördük. Çünkü; Bunlar için artık hayat ve mematın ilkeleri felç edilmiş beyinlerle tespit ediliyormuş.
Küçük bir örnek; Irakta hücresinde güzel bir ses ve kıraatle Kur’an okuyan Sözde Müslümanın elindeki Köle ve ESİR’e; Nöbetçi Emperyal mücahit etkilenerek o’na sordu, Siz Şii’ler Kur’an okurumsunuz diye sormuş…?
Beyni Lawrance ve Hampher kültürü ile felç edilerek kendisine iade edilmiş bir özürlüye her şeyi yaptırabilirsiniz,
Cehalet her zaman her yerde olmuş ve olacaktır, Hz. Ali(as) gibi İlmin şehrine kafa tutan yine bu sahte, arsız, yüzsüz bağnaz cahiller değil miydi.?
Nitekim peygamber evladı Hz. Hüseyin(as) Kerbelada katledenler Cinayet anında birbirlerine “Acele edin namazımız kazaya kalmasın) gibi kara cehalet ve kara kaderin sahipleri değilmiydi?
İşte bu Tekfirciler’in cehalet ve bağnazlığı Ortadoğu’da zalim ve mazlum bir coğrafya ürettiler yetmezmiş gibi Din ve kültürlerindeki namus kavramının da içine ederek Dindaşlarının kadın ve kızlarını köle pazarlarında beş paralık ettiler. Kendilerinin de Coni’lerin aptal ve gönüllü köleleri olduklarını ispat ettiler.
An itibariyle Suriye’de Siyonist İsrail’in Silah, Lojistik ve Tıbbı destek verdiği gönüllü Siyonist mücahit örgüt sayısı yedi adet olarak bilinmektedir, Yemen garipleri üzerinde de aynı oyun oynanmak istedi ki; Bizde de üst düzeyde dillendirilen Yemen meselesi Mezhepseldir, söylemleri de bu oyunların bir parçasıydı, Yemende Şafii ve Şii Müslümanların feraseti sayesinde bu oyun bozuldu ve Emperyallere ve İşbirlikçi Arap rejimlerine karşı izzetli bir vahdet sağladılar. İşte bu vahdet selamlanmaya değer.
Lübnan Hizbullah hareketi ile Filistin Hammas ve İslami cihat, Irakta Haşdi Şabi, Yemende Ensarullah harketleri tarafından tesis edilen vahdet ve işbirliği bize umut vaad ediyor. Hiç kimse mezhebini meşrebini gidip insaf sahiplerinden sormadı, Müslümanın itirafları kardeşliklerine kafi gelmedi,mezhep ve meşreplerini hep kardeşliğin olmazsa olmaz ölçüsü yaptılar.
İdrak, İhlas ve Takvası ile hissiyatını yitiren bir kavmin fikirleri tek başına kötü temsiliyet için yeterli bir Fenomen olacaktır.
Oysa Allah güzel bir örnekle kardeş hukukundaki ahlakı şöyle izah etmiştir,
“(Habil) Eğer beni öldürmek için elini bana uzatacak olursan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Çünkü ben, alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.” (Maide 28)
Bu din insanı yaşatmak için gelmiştir, Nitekim Peygamber(sav) “Sizi öldürmeye gelen sizde dirilsin” hadisi çok derin bir tefekkür barındırdığını düşünmedik.
Basit, güzel ve örnek bir kardeşliği birliği ve komün yaşamayı asrı saadetten hicret olayında peygamber tarafından tesis edilen muhacir ve Ensar’ın kardeşliğini yıllarca okuduk bir şey anlamadık bari bu Afrikalı çocukları da okuyalım.
“UBUNTU:
Günlerden bir gün, Afrika’da çalışan bir doktor, bir kabilenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir.
Oyun basittir.
Çocukları belirli bir yerde yan yana sıraya dizer ve açıklar.
“Herkes karşıdaki ağaca kadar tüm gücüyle koşacak ve ağaca ilk ulaşan birinciliği kapacak. Ödülü ise, yine o ağacın altında güzel meyveler koydum. O meyveleri ona vereceğim.”
Çocuklar oyuna hazır olunca, doktor oyunu başlatır.
İşte o anda bütün çocuklar el ele tutuşur ve beraberce koşarlar.
Hedef gösterilen ağacın altına beraber varırlar ve hep beraber meyveleri yemeye başlarlar.
Doktor şaşırır ve çocuklara neden böyle yaptıklarını sorar.
Aldığı cevap hayli manidardır;
“Biz “UBUNTU” yaptık: Yarışmış olsaydık, aramızdan sadece bir kişi yarışı kazanacak ve 1. olacaktı. Nasıl olur da diğerleri mutsuzken yarışı kazanan bir kişi ödül meyveyi yiyebilir? Oysa biz UBUNTU yaparak hepimiz yedik.”
UBUNTU: Güney Afrika’da “BEN, BİZ OLDUĞUMUZ ZAMAN ‘BİZ’İM” demektir. Kelime karşılığı “insanlık”.
Başkalarına karşı merhametli, şefkatli, iyiliksever olmak gibi insani değerleri esas kabul ediyor.
İşte BEN yerine BİZ diyebilmenin çok güzel bir örneği. Üzerinde düşünmeye, biraz kafa yormaya, denemeye değmez mi sizce de?”
Bizim kardeşlikten gelen BEN VE BİZLER pratiklerimiz ise hep Tilki ile deve misali devam etmiş.
Tilki ve Deve kardeş olup BENLİĞİ kaldırmayı denemişler. Bir gün deve mağaradan rızık için ayrılmış ve Tembel tilki devenin uzun süren yokluğunu fırsat bilip devenin yavrusuna göz dikmiş ve yavruyu afiyet ve şükürle son bulan bir ziyafetten sonra, Akşam deve dönmüş bakmış yavru ortalıkta yok. Ah yavrum, vah yavrum, deyip kardeş Tilkiye sormuş yavrumu görmedin mi ? Tilki dönüp deveye sen hala akıllanmadın YAVRUM deme ; YAVRUMUZ nerde desene.?
Sömürgeciliği temel yaşam mantalitesi yapan İngilizler hep Tilki kurnazlığı ile talanı ve yutkunmayı becermiş tilkilerin ikizleridir. Nitekim tilkilerin kırk adet şarkısı varmış hepsi de tavuklar üzerineymiş.!
Bizimki bu türden bir kardeşliğe benzemiyor mu? Afrikalı çocuklardan fakir garip ama Erdemleri, Sadakati, insanca paylaşmayı, ve BENLERİ ; BİZ olacak bir vefayı Tüm sözde medeni dünyanın vahşi dediği bu üstün insanların medeniyetinden de öğrenmek gerekmez mi.
Bu iki örneğin izahında bakarsak biri doğal şartların önerdiği kardeşlik BENLER rahatlıkla ve sıkıntısız BİZ olurken; Tilki misalinde ise Peşinen Nifak ve zorlama ile tesis edilen bir Komün ve birliktelik ile BENLER’in BİZ olmayacağı duanın aminleri olmanın sonuçlarıdır.
Farklı cinslerden canlılardan kardeşliğin tesis edilemeyeceğini Tilki ve Deveden; Aynı cinsten bir eşitlik ve kardeşliği de Afrikalı çocuklardan öğrenmemiz gerekmez mi.?
Sonuç: RAHMAN Kavramı üzerinden gelişmeyen bir anlayış; Tüm insanlığın eşit olmayan şartlarda gerçekleşen bir yarış ZULÜM ile son bulur. Bu tür bir yarışın yarışmacıları da sonuçta ZALİM VE MAZLUM üreten gezegenin canlıları olduk…! Vesselam.
İlk Yorumu Siz Yapın