İçeriğe geç

VEHABİLİĞİN DOĞUŞU..

VAHABİLİĞİN DOĞUŞU VE TARİHÇESİ:

    İslam Dininin sinesinde en acı ve ağır bir yara açan düşüncelerden biri olan “Vahabilik” Müslümanlara ağır bedeller ödetmiştir. Tarihin içinde bir çok isimler altında şekillenerek gelen ‘Vahabilik’, günümüzde tekfirci bir cemaat olarak (DAİŞ veya İŞİD) ismiyle Müslüman kanı dökmekle Müslümanların sinesinde büyük yara açmaktadır. Kuruluşundan günümüze kadar vahabiliğin hamisi olan Suudi Arabistan krallığı bu cinayet şebekesini desteklemektedir; zira “Vahabilik” kraliyet ailesinin “siyasi mezhebi” olarak tarihe kayıt düşmüştür.

VAHABİLİĞİN DOĞUŞU:

   Vahabilik, Muhammed bin Abdulvahap’ın (1703 – 1787) düşünceleri çerçevesinde önceleri dini bir oluşum olarak doğmuş, sonradan siyasi bir harekete dönüşmüştür. Siyasi bir kimlik kazanmasında İngiliz casusu (Hampher) Muhammed bini Abdulvahap’la Basra’da tanışmasıyla başlar.

Yer İngiltere müstemlekeler dairesi:

Hempher: Irak seferine çıkmadan önce.

   Sekreter: Ey Hampher! Bu seferinde Müslümanların arasındaki var olan ihtilafları iyice araştırman ve merkeze bilgi vermendir görevin! Müslümanlar arasındaki var olan ihtilafları şiddetlendirebilirsen, İngiliz hükümetine ve halkına en büyük hizmeti yapmış olacaksın.

   Biz İngilizler; refah içinde yaşayabilmemiz için, bütün dünya devletlerinde ve müstemlekelerimizde fitne, kavga, savaş ve tefrikalar çıkartmak zorundayız. Müslümanların arasında ki muhabbeti, kardeşliği, birbirine olan güveni ve bağlılığı bozabilirsek onları rahatlıkla imha ederiz ve sahip oldukları zengin topraklardaki madenleri ve yer altı petrollerini kendi ülkemize getirme imkânını kolaylaştırmış oluruz, güçlü kabile reislerini satın almak ve ilim adamları üzerinde sermaye yaparak bu hedefe kavuşmamız lazım!

   İngiliz casusu yapacak işleri dinledikten sonra yola çıkar ve nihayet Irak’a gelir, sonra Basra’ya geçer ve bir camiye misafir olur ve Basra’ya yerleşir. Çevresini iyice tanıdıktan sonra bir marangoz dükkânında Ahmet adında iş yapmaya başlar.

   Bu arada sünni ve şiiler arasında ki var olan ihtilafları öğrenmeye çalışır. Öylesine maharetli ve oldukça siyasi davranarak kısa bir zamanda çevreyi tanımış ve herkesin güvenini kazanmış, marangoz dükkanına gidip gelenlerle diyaloğa geçer herkesin ne iş yaptığını öğrenmeye çalışır.

MUHAMMED BİNİ ABDULVAHAP’LA TANIŞMASI

   İngiliz casusu şöyle anlatır; ben bulunduğum marangoz dükkanına sıkça gelen ve üzerinde talebe elbisesi olan oldukça zeki ve söylemlerinde hiç bir İslam alimini beğenmediği gibi dört mezhep imamını da beğenmemekte idi ve onları da ret ediyor gördüm. Aynı zamanda çok heyecanlı kendine ve ilmine güvenen inkılapçı bir ruh taşıdığını konuşmalarıyla kanıtlıyordu; dükkân sahibiyle olan ilişkileri ikiside İstanbul’daki padişaha karşı idiler, Arapçayı, Farsçayı ve Türkçeyi çok iyi biliyor ve konuşuyor gördüm ve ‘aradığımı buldum’ diye içimden kendi kendime konuştum.

   Bu Necd-i Muhammed’e yavaş yavaş yaklaşarak onunla tanışmaya çalıştım ve yakın ilişkiler kurdum. Daima onu övüyordum ve övmelerimde onun hoşuna gidiyordu bundan istifade ederek bir gün ona dedim ki: Sen; Ömer, Ebubekir, Osman ve Ali’den daha alim ve onlardan daha üstünsün, eğer Peygamber şimdi olsaydı onları değil sizi halife seçerdi; ben İslam’ın senin elin üzerinde yenilenmesini ve yükselmesini umuyorum, İslam’ı cihana yayacak yegane alim sensin dedim! Benim bu derece övgüm karşısında hiç itiraz etmeden dinlemesi benim onun üzerinde yaptığım çalışmalarda bir netice almış olduğumu göstermektedir.

   Bana sonsuz bir güveni olan Abdulvahabın oğlu Muhammed’le şöyle bir karar aldık; sahabeden günümüze kadar ne kadar alim, müfessir ve fakihler varsa onların görüşüne muhalif olarak tamamen kendi görüş ve yorumlarımıza göre yorumlayarak yeni bir ekol oluşturulması üzerinde karar aldık; Kur’an’ı okuyor ve bazı ayetler üzerinde konuşuyorduk, benim bundan maksadım Muhammed’i tuzağa düşürmek idi; zaten oda kendini inkılapçı olarak göstermek, daha fazla itimadımı kazanmak için, görüş ve fikirlerimi memnuniyetle karşılardı.

Casus Hampher’i dinlemeye devam edelim:

   Benim vazifem ona, istiklal, hürriyet ve şüpheciliği aşılamaktı, onun istikbalinin çok parlak olacağını söyler ve onu çok överdim.

KADINLA YAKLAŞIM

   Müstemlekeler nazırlığı tarafından getirilen Hristiyan kadınlarından Safiye isminde bir kadınla M. Abdulvahab’ı nikahlandırarak evlendirdim. Ben dışardan Safiye’yi yönlendirerek M. bin Abdulvahab’ı iyice etkisi altına almasını istedim Safiye’de onu elde etmek için çalışır ve aldatmayı başarır. Artık M. Bini Abdulvahap tam kontrole alınır İngilizlerin hedefi için hazır konuma gelir.

   İÇKİYE ALIŞTIRMA

   Casus: M. Bini Abdulvahap’la içki ayetleri üzerinde çok konuştuk o benim rızayetimi kazanmak için getirdiğim deliller karşısında sesiz kalarak sükut ederdi; bundan istifade ederek Safiye’nin vasıtasıyla ona içki içirmenin yollarını öğrettim oda aynı gece ona içki içiterek sarhoş eder.

   Safiye bu gece’ o öylesine mest olmuştu ki oynayarak geceyi geçirdi’ diye casusa rapor verir. Casus M. Bini Abdulvahab’ı tamamen kontrolüne alınca ona yeni bir mezhep kurdurma ve İslam’ın sinesine yeni bir hançer sokma zamanının geldiğini düşünür.

   Çünkü İngiliz müstemlekeler dairesi başkanının casusa verdiği emir İngilizlerin refah içinde yaşamaları için İslam ümmeti arasında ne kadar tefrika ve bölünme olursa İngilizlerin o kadar refah içinde yaşamalarına destek olur. Dünyanın en zengin kaynaklarına sahip olan İslam ülkelerini devamlı birbiriyle soğuk ve sıcak savaş halinde olmaları gerekir ki bu kaynakları ülkelerimize götürebilelim.

   Casus; M. bin Abdulvahap’ta cesaret, heyecan ve hırs olduğunu görünce ona yeni bir mezhep kurmasını ister ve kendisine maddi ve manevi destek sağlayacağının sözünü verir.

   VAHABİ MEZHEBİNİ KURMA GİRİŞİMİ

   Mezhebin kurucusu olan Muhammed bini Abdul Vahap (1703) tarihinde Uyeyne’de doğmuş, ilk tahsilini Gazi olan babasından almış, sonraları Mekke, Medine’de okumuş ve burada Ehl-i Beyte Acımasız bir düşman olan İbni Teymiye’nin fikirleriyle aşina olmuş, sonraları Basra’ya yerleşmiş Basra’da tevhidi konular üzerinde tartışmalar başlatmış maruf ‘Necd-i Muhammed’ diye tanınmış; Bu arada ingiliz ajanı olan Hempher’le tanışır; ingiliz casusunun önerisi üzerine ‘Vahabilik Mezhebini’ kurdu.

   Muhammed bini Abdulvahab’ın bu sapık düşünceleri, şimdiki Suud Kraliyet ailesinin atalarından olan Muhammed bini Suud ile tanışması neticesinde (1744) siyasi bir hareket niteliği kazanmıştır. Güçlü bir aşirete sahip olan Muhammed bini Suud, Muhammed bini Abdulvahab’a koşulsuz korunma desteğini verdi ve bu ‘’VAHA’’ senindir diye ona güvende olduğunu söyledi

   Bunun üzerine Muhammed bini Abdulvahap, Muhammed bini Suud’a bana yemin etmeni istiyorum; Vahabi olmayan Müslümanlara karşı cihat yapacaksın buna karşılık sen Müslümanların lideri olacaksın, bende dini konularda lider olacağım dedi!

   Böylece vahabiliğin kurucusu ile bugün kü Suud Kraliyetinin ecdadı olan Muhammed bini Suud’la tarihin gidişatını değiştiren ittifak sağlandı; böylece birinci ‘Suud devleti’ kuruldu. Muhammed bini Suud’un, büyük bir kabileye sahip olması İngilizlerin ağzının salyasını akıtmıştı; para ve kadınla yaklaşarak onu satın almışlardı ve bugünkü Suud topraklarına İngiliz desteğiyle sahip olmuştu; İngilizler aracılığıyla Muhammed Necd-i lakabı ile meşhur olan Abdulvahab’ın oğlu Muhammed’le tanıştırılmıştır. Böylece Suud devleti kurulmuş ve “siyasi ve dini mezhebi vahabilik” olmuştur.

   Muhammed bini Suud’u oğlu Abdulaziz izlemiştir. 1765’te tahta geçen Abdulaziz 1802 yıllarında “Kutsal Kerbela” şehrine “Aşura günü” yapılan merasime 10,000 bin kişilik bir orduyla saldırarak 2000 Müslüman ve muvahhidi öldürmüşlerdir; şehri yağmalayarak İmam Hüseyin’in (s.a) türbesini harabe etmişlerdir; etraftaki türbeleri yıkarak yerle bir etmişlerdir.

   Türbelere karşı büyük bir kin taşıyan vahabiler hükmettikleri yerlere de türbe adına hiç bir şey bırakmamış yıkmışlar. Vahabi akidesinden olmayanlar “ya müşrik yada kafir” olarak kabul ederek onları öldürmek, mallarını götürmek ve kadınlarını da cariye olarak almak her vahabiye helaldır.

TARİH İÇİNDE ŞEKİLLENMESİ

   Muhammed ibn-i Suud’la, Muhammed bini Abdulvahab, vahabi olmayan Müslümanlarla savaşacaklarını üzerinde anlaşarak ilk “Suud Devletini” kurmuşlardır. Irak, Suriye, Ürdün, Umman ve Yemen’e kadar kontrole aldıkları bu bölgelerde vahabiliği yaymışlardır.

   Vahabiliğin yayılmasına karşı Osmanlılar vahabilerin üzerine gitmiş Mekke, Medine, Taif vahabilerden kurtarılmış (1812- 1813) Abdulaziz’in yerine geçen Abdullah’ı ve çocukları esir alarak İstanbul’a götürülmüş ve idam edilmişler. Böylece “birinci vahabi devleti” sona ermiş olur. (1819)

   Savaş esnasında kaçarak kurtulan Türki bini Abdullah Necd bölgesinde yeniden faaliyete girişerek 1821 den 1891’e kadar ki süreçte “ikinci vahabi devletini” kurmayı başarır.

   Daha sonraları bazı çekişmeler olmuşsa da Suudi Hanedanından Abdulaziz bin Suud vahabi devletini yeniden kurdu (1901)

   Hindistan’da İngiliz yönetimine destek sağlayan Abdulaziz bin Suud, ingilizler tarafından resmen devlet olmaları kabul edilir. İngilizlerin desteğiyle çok yakın bir tarihte bugünkü coğrafyaya hakim oldular. Ve Suudi Arabistan Kraliyetini kurdular ve devam etmekteler.

   İngiliz desteğini alan Suudi Kraliyeti(Rabitat-ül-alemi islam) adı altında bir kuruluş kurdular bu kuruluşun maddi destekçisi (ARAMCO) adlı bir Amerikan petrol şirketidir.

   Büyük bir zenginliğe sahip olan RABITA; dünya devletlerinde kuruluşlar kurarak vahabiliği ön plana çıkarmaya çalışmışlar; bilhassa İslam ülkelerinde ciddi çalışmalar yaparak vahabi düşüncesinde olmayanları “ya müşrik yada kafir” diyerek ümmet arasında büyük ihtilaflara kapı açmışlar. Vahabilik aşısını almış olanlar kendileri gibi düşünmeyen anne ve babalarına dahi kafir diye hitap etme cesaretini kendilerinde bulmuşlar.

FARKLI İSİMLER KULLANMALARI

VAHABİLİK

SELEFİLİK

HIZB-U TAHRİR

TEVHİD-İ HAREKET

TEKFİRCİLER

EL-KAİDE

TALİBAN

    Bugün Suriye, Irak, Afganistan, Lübnan, Yemen, Arakan, Nijerya, Pakistan gibi Müslüman ülkelerde selefilik adı altında tekfircilik  Suudi, Amerika, İngiltere, ve İsrail tarafından her cihette finanse edilip organize hale getirilip binlerce Müslümanın kanı bu mezbelekler tarafından vahşice  akıtılmaktadır.

   Bunlar Muhammed bini Abdulvahabın tefekkürü ekseninde fikirsel olarak çalışırlarken dünyadaki kuruluşlarıyla birlikte Suriye’deki iç savaşı ganimet bilerek Suudi Arabistan Kraliyeti Ürdün ve Türkiye’nin desteğiyle Esad rejimini bahane ederek 1802 yıllarındaki akıtmış oldukları kanı ve tahrip ettikleri mukaddes yerleri tarihi tekrar canlandırıp Vehabi olmayanların başlarını kesmeyi hedef edindiler.

   İngiliz destekli olan bu hareket tarihle irtibat kurarak vahabiliğin yayılması için Müslümanlarla yapılacak cihadı hatırlatmaktadır. Bu günde Amerika ve İngiliz güdümlü olan devletlerin desteğiyle Müslümanları öldürüp mallarını talan, kadınlarını da cariye edinme arzularına kavuştuklarını sandılar; ama “VELAYET”makamının İslami siyaset gücü karşısında diz çöküp şimdi gidecek yer aramaktalar.

   Aynı zamanda İslam’ı karalayıp küçük düşürmek için İslam adına çıkarmış oldukları bu tekfirci gurubu “Müslüman” gösterdiler, ne fayda çok sürmedi yüzlerinde ki maske düştü kelleri göründü; destek verenlerde utanmayan, kızarmayan yüzleriyle “VELAYET’in” kapısına baş koydular.

   Tekfirci hareketin yanlış olduğunu ayet ve hadislerle yanlışlıklarını ispat etmeye gerek yok; Çünkü ayet ve hadislerin kudsiyetine halel gelir; bunların yanlış olduklarını ve İslami olmadıklarını kendileri kendilerini kanıtlamaktadır.    

   Zira bunların yaptıkları vahşeti hiç bir dinde veya dinsiz ateistlerde dahi görmek mümkün değildir, kaldı ki “merhamet ve şefkat dini olan İslam’la” kıyaslamak İslam’a en büyük hakaret olur. Çünkü bunların yapmış oldukları işler ne akıllılar kabul eder, ne de deliler; onların yapmış oldukları cinayetleri insanlığa teşhir ederek onların insan olmadığını insanlığa göstermek gerekir.

   Bila istisna Ortadoğu’da toplumu yöneten Arap ve körfez ülkelerinin Siyonistlerle ilişkileri eksiksiz Münafık bir siyasetin kodlarını gösteriyor. İsimleri ve kıyafetleri yerli fakat Siyonistlere tek farkları kıyafet ve isimlerle ayrılırlar, Gerisi hepsinin önünde birkaç sıfır var.

Konuyu Neyzen Tevfik’in bir sözü ile bitirelim,Geldiği gibi gitmediler,Kimi itini bıraktı kimi bitini,Kimi de piçini bırakarak,Yoksa bu kadar şerefsizi bizden sayamazdık.

    Konu ile ilgili daha geniş izahat için (alihaber.com) bloğundan “İslam dünyasında Nifak ve Münafıklığın kurumsallaşması” makalemize bakılabilir.Vesselam

Tarih:Genel

İlk Yorumu Siz Yapın

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir