ZITLARIN YAŞAM FELSEFESİ …!
Bak sana bir iyi birde kötü haberim var,
Dünyaya geldiğimiz gün bir yandan yaşarken, Bir yandan da ölmeye başlarsınız, İnsan Zıtların bir arada oluşumunun Arenasıdır..!!
Peygamber(sav) “Miraç gecesi bir insan gördüm yarısı buz ve yarısı ateştendi” Kadir-i Mutlak buna da muktedirdir. Nasıl ki her hakkın içinde bir batıl ve her batılın içinde bir hak gizliyse Mutlakıyeti kâinatı yoktan var eden kendine ayırmıştır.
Hayat bile itme ve çekme kuvvetleriyle bina edilmiş.
Zaman tünelinde yaşadığımız sürece bu mimari değişmeyecektir.
Kuluçkaya konmuş olan bir yumurtayı düşünelim. Bu durum, yumurtanın olumlamasıdır. Sonra, yumurta kendi inkârını yaratır, civciv olur. Civciv kabuğu delip yok eder. Ne oldu? Yumurta yok oldu. Diyalektik anlatımla, yumurtanın inkârı gerçekleşti! Civcivde birbirine hasım iki güç var: “civciv” ve “tavuk”… Sürecin gelişimi sırasında tavuk yumurtlayacak, buradan inkârın yeni bir inkârı vuku bulacaktır. Ardından, yeni bir süreçler zinciri daha başlayacaktır.
Diyalektiğe göre dünyada her şey bir zıtlar birliğidir: Her şey aynı zamanda hem kendisidir hem de kendisinin zıddı!…
Örnek: Cehalet ve bilim, kısaca bilgi örneği… Metafizik açıdan, bunlar birbirinin tamamen zıddı ve karşıtı olan iki olgudur. Oysa, olup bitene dikkatle bakarsak, böyle bir zıtlığın gerçekte olmadığını görürüz. Çünkü: ilkin cehalet, bilgisizlik hüküm sürdü, sonra bilim ortaya çıktı. Ne oldu o zaman? Bir olgu kendi zıddına dönüştü, cehalet bilime dönüştü!
Sonra, “mutlak bilgisizlik” diye bir şey kesinlikle yoktur. Bilgisizliğin içinde her zaman bir bilgi, bir ilim payı vardır. Başka bir deyişle, bilim, bilgisizliğin içinde zaten tohum halinde mevcuttur.
Bu açıklamalardan çıkan önemli bir sonuç şudur: Herhangi bir şeyin anlaşılır olması için, onu, karşıtı olan şeyle birlikte düşünmek gerekir. Örnek: Parçayı anlamak istiyorsak, onu bütünle birlikte düşünmemiz gerekir.
Evren, doğa, insan, her şey hareket halindedir. Sürekli değişir ve gelişir. Değişim ve dönüşümün temel yasası harekettir, işte bunun için harekette bereket vardır derler, Her şey zıddı ile bilinir.
Yani haramları bilen veya sadece helal’ları bilen ikisini de bilir demektir.
Her şey zıddı ile bilinir ilkesi sosyal hayat için de geçerlidir, Lokman hekime sordular Edebi Kimden öğrendin, Cevap, Edepsizden…!, Onlarda görüp de beğenmediğim hareketleri yapmaktan sakındım.
Karşıtlar, benzerlikler ve farklılıklar olmasaydı hiçbir şey olmazdı, buna emin olun… Evreni, doğayı var eden zıt unsurların meydana getirdiği bu benzerlik-farklılık karşıtlığına Herakleitos şöyle atıfta bulunur:
” Karşıt olan şeyler bir araya gelir ve uzlaşmaz zıt olanlardan en güzel uyum doğar. Her şey çatışma sonucunda meydana gelir.”
Platon, insandaki, doğadaki ve evrendeki zıtlığı o kadar güzel açıklamıştır ki:
“Acı ve haz doğal olarak fışkıran iki pınar gibidir; bunlardan gerektiği yerde, gerektiği zaman, gerektiği kadar alan her canlı varlık mutlu olur; buna karşılık bilinçsizce, zamansız alan mutsuz yaşar”.
Doğanın düzenini oluşturan zıtlıklar, birbirinden farklı iç ve dış yapılarıyla sürekli kendi içinde her yönden baskı altına alır.
Evrende olduğu gibi, insan hayatındaki yaşam döngüsü de zıtlıklar üzerine kurulmuş. Yaşamı anlamlı, uyumlu kılan zıtlıklardır gerçekte. Evrendeki her şey çelişki içindedir, karşıtların mücadelesi vardır, bu karşıtlar aynı zamanda birbirini tamamlar.
Rus kökenli Alex Kanevsky “İnsanoğlu Virgülü Kaybetti” yazısında içinde bulunduğumuz durumu çok güzel ifade ediyor;
“İnsanoğlu bir gün; virgülü kaybetti: Söyledikleri birbirine karıştı. Noktayı kaybetti: Düşünceleri uzayıp gitti, ayıramadı onları. Ünlem işaretini kaybetti bir gün de: Sevincini, mutluluğunu, öfkesini, var olan bütün duygularını kaybetti. Soru işaretini kaybetti bir başka gün: Soru sormayı hayatı sorgulamayı unuttu. Her şeyi olduğu gibi kabul eder oldu. İki noktayı kaybetti bir başka gün: Hiçbir açıklama yapamadı. Hayatının sonuna geldiğinde, elinde sadece tırnak işareti kalmıştı. İçinde de başkalarının düşünceleri vardı yalnızca.”
İnsanın çelişkilerle yok oluşunu, bocaladığını anlatan, yok oluşu en güzel özetleyen bu cümleler olsa gerek…
İnsan zıtların çarpışan arenası olmaktan kurtulmadan ıstırapları da son bulmayacaktır.
Yüksek tevhidi bir bilinç ve güçlü bir ihlasla takviye edilmiş bir iman ile olumsuz çelişkileri pasif konuma sokarak hayatımızın aktivasyonu Xayr üzere devam ettiği sürece tüm alanlarda salah hakim olabilir. Aksi halde çelişkilerin her alanda çarpışmanın sancılarını ve ıstıraplarını yaşamamız bizim için kaçınılmaz bir akıbettir.
“Kalbi düşmanlıklarla Meşgul olan kişi faydalı işler yapamaz, Çükü kalp iki zıt meşguliyeti bir arada bulunduracak kadar geniş değildir.!” (Hz. Ali a.s)
Allah’ın Masumiyet bahşettiği Salih kulları hariç herkes bu çelişkiler yumağının yuvarlanan potansiyel adayıdır.
Hayatın iyi ve kötüsü hikmetin esprileri ile izah edilmezse insan mantığının kör cephesinde ıstırapların arenasında debelenip durur bu da o’nu mutsuzluğun sakini yapar.
Her şey zıddı ile bilinir önermesine göre; İyi ile kötü, Doğru ile yanlış, Sıcak, Soğuk, Faydalı ile zararlı, Güzel ile çirkin, Adalet Zulüm, Liste uzar gider, Sevgi ve nefret Kısaca Hak ile batıl sınırlarının mutlak boyutlarından gafil olan beşer Allah’ın hikmet ilmini bahş ettiği Peygamber ve evliyaları rol model kabul ederek hayatlarına istikamet vermeleri çelişkileri minimize eder ve mutluluğun ağır bastığı bir ömür ile bahtiyar bir süreçle yaşaması mümkündür.
Bir bütün olarak hayatın mutlak hikmetlerinden aciz, habersiz ve gafil olan insan ilahi hitapla uyarılmış ve Allah’ın ilmine karşı teslimiyete davet edilmiştir.
“Size faydalı görünenler zararlı, Zararlı görünenler ise faydalı olabilir, Allah bilir siz bilemezsiniz.”(Bakara/216) Bu hitap beşer’ın ilim idrak ve kâinat hakkındaki tümel ve mutlak ilimden mahrum ve aciz olduğu sonucu çıkar.
Bu kural hayatın tüm ünitelerinde dikkate alınmadan atılan her adım yapılan her icraat eksik kalacaksa bize kalan Allah’ın mutlak ilmine lebbeyk deyip hayatın bu temelde inşasına başlamak en doğru tercih olacaktır.
Aksi istikametteki tüm girişimler fert ve toplum hayatındaki beyhudelik sadece emeğin ve ömrün eyvah’larla geçmesine sebep olacaktır.
“Kemalist devrim Türkleri öyle bir noktaya getirdi ki; Türkler ne Müslüman gibi yaşayabiliyor ne de Hıristiyanlığa geçebiliyorlar.”(Arnold Toynbee)
Ömer Hayyam’ı Dinleyelim;
“Bir elimizde Mey Meyan,
Bir elimizde Kur’an,
Bir helaldir işimiz bir haram,
Şu yarım yamalak dünyada ne tam kafiriz, Ne tam Müslüman. ”
Laikliğiyle övünenler, Müslümanlığından vazgeçerse mesele kalmayacak gibi duruyor, Burada tampon bölgede yaşadığını zannedenler, Laikler için Temennimiz Adaletten Siyasete, Ekonomiden, Eğitim öğretime hayatın tümünü kuşatan iman hakikatlerini Pratize eden kodların bütünü tam Müslümanlıktır.
Çünkü; Ötede tampon ve güvenli bölge olmayacaktır, Sadece geri dönüşü olmayan sadece ilerinin bekleme salonu olan Araf’ta mesele netleşir, Ya cennet, Ya cehennem.!? Suçlular Allah’ın kudretini hakk-el yakin gördükleri an Allah, Ahiret, hesap kitap adalet ve kadir-i Mutlakın hakimiyetini kerhen de olsa kabul etmek zorunda kalacaktır, bu müşahedede keşkeleri de kendisine fayda vermeyecektir,
Laiklere şunu izah etmek icap eder ki, Din bireysel vicdanlara sığdırılabilecek soyut bir inanç boyutundan ziyade Siyasetten, Ticarete, Ekonomiye, Hukuktan, enformasyona, bireysel hayattan toplumsal hayatın tamamını kuşatan bir hayatın ahlaki formatı ve mantalitesidir. İman ve Küfür zıt kutuplardır aynı ortamda aynı anda aktif olamazlar yani biri aktif ise diğeri pasiftir. Çünkü; İman ve Küfür farklı kodlara sahiptir. Dünya ve ahiret hayatını bir bütünlük içinde yorumlayarak ve yoğurarak Sırat-el müstakime Ulaşmak gerek azizim.
Küçük bir tebessüm;
Süleyman Ağa Nasreddin Hoca’nın yaşadığı kasabanın en zenginlerinden biriymiş. Ağa hem aklı ve zekâsı sayesinde zengin olduğunu düşünür, hep kendiyle övünürmüş.
İşine geldiğinde Hoca’ya danışır, işine geldiğinde ise onu dinlemezmiş.
Sadece cuma günleri camiye gelirmiş. Süleyman Ağa’nın üç katlı, kocaman bahçeli ve çok lüks bir evi varmış. Bütün altınlarını ve paralarını da evinin bahçesinde saklarmış.
Cuma günleri camiye gelip de Hoca’nın doğruluk ve dürüstlükle ilgili sözlerini dinlerken işine gelmezse:
– Hoca Efendi, sen dünya işlerine karışma! Din ve dünya işi ayrı, dermiş.
Günlerden bir gün Süleyman Ağa’nın evinde yangın çıkınca koşarak camiye gelmiş. O sırada herkes öğle namazından çıkıyormuş. Ağa, Hoca’yı görünce:
– Hoca koşun yardım edin evim yanıyor, demiş.
Bunu duyan Hoca durur mu?:
– Bana din işleri ile dünya işlerini ayırmam gerektiğini sen öğrettin. Mesela bu yangın benim asla karışmamam gereken bir dünya işi, demiş.
ÜÇÜNCÜSÜ YOK…
-Yakuttan, zümrütten medet boşuna,
-Hepsi bir gün döner, çakıl taşına.
-Geç kalma. Bakıp da o genç yaşına,
-Sanma ki; önünde seçenek çok;
-Ya ÎMÂN, ya İSYÂN, üçüncüsü yok…
-Dünyanın serveti, şehveti sahte.
-Bir kefen kadardır, vefâsı ahde.
-Boğma vicdanını, meyde, kadehte,
-Sanma ki; önünde, seçenek çok;
-Ya AHLÂK, ya HELÂK, üçüncüsü yok…
-Sen, şerefli doğdun, şerefli yaşa,
-O bencil nefsini, vur taştan taşa;
-Yoksa çıkamazsın, şeytanla başa.
-Sanma ki; önünde, seçenek çok;
-Ya CENNET, ya CİNNET, üçüncüsü yok…
-İnsanlık yanıyor, ateş bacada,
-Fitneler kaynıyor, binbir locada,
-Umut kuyrukları, Ya “cinci” hocada, Ya dolarda
-Sanma ki; önünde, seçenek çok;
-Ya İZZET, ya ZİLLET, üçüncüsü yok…
-Bir kere baktın mı, kalkıp seherde?
-Kapılar açılır, gök perde perde.
-Sordun mu Kur’an’a, kurtuluş nerde?
-Sanma ki; önünde, seçenek çok;
-Ya ŞÜKÜR, ya KÜFÜR, üçüncüsü yok…
-Dağlara özenip, tepeden bakma,
-Mezar taşlarına, rütbeni çakma,
-Şu cennet köşkünü, kibirle yakma;
-Sanma ki; önünde, seçenek çok;
-Ya İHLÂS, ya İFLÂS, üçüncüsü yok…
-Bırak… O “çağdaşlar”, ne derse desin,
-Hayat bir sınavdır, bu hüküm kesin,
-Secde et ki; varsın, Allah’a sesin;
-Sanma ki; önünde, seçenek çok;
-Ya KUR’ÂN, ya HÜSRÂN, üçüncüsü yok…!
Vesselam.
İlk Yorumu Siz Yapın