İçeriğe geç

DÜNDEN BU GÜNE TARİKAT VE HAKİKAT..

DÜNDEN BUGÜNE TARİKAT VE HAKİKAT..
(Bölüm 1)
İlk mutasavvıflar, düşünce ve tecrübelerini, çevrelerinde toplanan insanlara aktarmakla birlikte, bugünkü anlamda birer tarikat kurmamışlardı. Kendilerine şeyh, şeyh-i sohbet ve Mürşit, üstad; çevresine toplananlara da sahip deniliyordu.
Bir tasavvuf okulu, tasavvuf hareketi sayılabilecek bu kümelenmeler, daha sonraları tarikat olarak adlandırıldı.
Tasavvuf tarihine ilişkin kaynaklar bu anlamdaki ilk tarikatlar olarak şunları anarlar:
Muhasibiye (Haris Muhasibî, ö. 243/857)
Kassariye (Hamdun Kassar, ö. 271/884)
Tayfuriye (Bayezid-i Bistam, ö. 234/848)
Cüneydiye (Cüneyd-i Bağdadî, ö. 297/909)
Nuriye (Ebu Hüseyin Nuri, ö. 295/907)
Sehliye (Sehl bin Abdullah Tustarî, ö. 283/896)
Hakimiye (Hakim Tirmizî, ö. 285/898)
Harraziye; (Ebu Said Harraz, ö. 277/890)
Hafifıye (Ebu Abdullah bin Hafif, ö. 372/982)
Seyyariye (Ebu Abbas Seyyarî, ö. 982).
Mevcut gelişme çizgisi içerisinde, “tarîkat” kelimesi dikkate alındığında, onun tasavvuf tarihinde birbirini tamamlayan iki mana kazandığı görülmektedir.
Müritlerin kabiliyetlerini geliştirmek için konulan, manevî, ahlâkî ve içtimâî esasları ihtiva eden metot ve yol.
Bir tekke ve zaviye içerisinde ve civarında müştereken yaşayan, kâmil bir mürşidin idaresinde, dervişlerin kemâle kavuşmaları için konulmuş özel esasların bütünüdür.
Sûfiler bu gayeleri gerçekleştirmek üzere bağlılarını kendilerine has manevi usullerle terbiye eden seyrü sülûk usûl ve âdâbını, belirli bir düzen içerisinde ifa etmişlerdir.
İşte bu usûl ve âdâbın ilk müessis / pîrin koyup uyguladığı esaslar çerçevesinde devam etmesi, onun sahibine ait bir adla anılmasına sebep olmuştur.
Bu teşekküllere ve onların müessislerine rağbetin oluşmasında toplumdaki siyasî keşmekeşler, dinî çekişmeler ve fikrî tartışmaların rolü olduğu da söylenebilir.
Nitekim V/XI. asırda İslâm âleminde karışıklıklar, kavgalar ve çekişmeler hüküm sürüyordu. Bu karışıklık siyasî dinî ve ilmî sahâlarda aynı şekilde varlıklarını hissettiriyordu. Bağdat’taki Abbâsî halîfeleri ile şeklen ona bağlı olan sultanlıklar arasında bitmeyen ihtilâflar, İslâm mezhepleri arasındaki çekişmeler, Sünnî mezhepler arasındaki rekabetler, sonu gelmeyen tartışmalara yol açıyordu.
Siyasî sahadaki bunalım, sıkıntı ve fikrî anarşi, halkın muhtelif hizip ve zümrelere bölünerek farklı mezhepler halinde dağılmaları her zümrenin taassuba meyletmesi, halk arasında ümitsizliğin ve karamsarlığın yayılmasına, ruhlarının korku ve ızdırapla dolmasına yol açıyor ve netice itibariyle tasavvuftan başka sığınacakları bir yerin kalmaması gibi bir durum meydana geliyordu.
Diğer taraftan siyasî keşmekeşler ve dinî çekişmeler, sûfîlere kendi prensiplerini yayma fırsatını hazırlıyor ve mezhep mücadelelerinden uzak durmaları, münzevi hayatları ve nezih tavırları halkın, devlet adamlarının ve sultanların sûfîlere saygı göstermelerinde son derece tesirli oluyordu.
Bu durum ise, tasavvufun yayılmasına ve mutasavvıflar zümresinin açık bir şekilde ortaya çıkmasına sebep oluyor, ilk sûfîler tarafından hararetle savunulan tasavvufî fikirlerin yayılabilmesi ve bu şahısların etrafında toplanan insanların barınabilmesi için, müesseseleşme zarureti ortaya çıkarıyordu.
Böylece sûfîler, IV/X. asırdan itibaren yaygınlaşan ve V/XI. asırda İslâm âleminin her tarafını kaplayacak şekilde yaygınlaşması ziyadeleşen hankâh ve tekkelere yerleşiyorlardı.
Bu dönemde sûfîler tekke hayatı için muayyen birer nizâm koymuşlardı ve bunlardan her birini tanınmış şeyhlerden biri idare ediyordu.
Bu sûfîlerin başında tekke ve dergâhların ihvanının âdâb ve yönetimine dâir ilk prensipleri vaz’ eden Ebû Sa’id Ebû’l-Hayr (ö. 440/1048)’ın bulunduğunu görüyoruz.
Tekke nizamını ilk defa tanzim eden bu zât, aynı zamanda birçok tekkeyi idare etmiş, çevresinde her yerden mürîd toplamış, halk arasında da münevverler arasında da büyük bir itibar kazanmıştı.
Böylece tasavvuf hareketi kitlesel bir karakter kazanmış ve çeşitli tarîkatler şeklinde teşkilatlanarak, müessese bazında faaliyet göstermeye başlayıp, kitleleri sosyo-dinî açıdan yönlendirerek gelişmesini sürdürmüştür.
Bu gelişme VI/XII. asırda organize bir şekilde daha disiplinli olarak irşad açısından doruk noktasına ulaşmıştı.
Bu yüzden VI/XII. asır ve daha sonraki asırlar, tasavvufun tarîkat şeklinde müesseseleştiği çağlar olarak kabul edilir.
İşte bu günkü anlamıyla tekkesi, zâviyesi, şeyh ve mürîd münasebetleriyle ilk tarîkatler bu yüzyılda kurulmuştur.
XII. yüzyılda teşekkül eden tarikatlar arasında kuruluşunu tamamlayıp teşkilâtlanan ilk tarikatların Kâdiriyye, Yeseviyye ve Rifâiyye olduğunu söylemek mümkündür.
Tasavvufî disiplin, meşreb ve mizaca uygun tavır ve yol almanın ötesinde müessesevî bir karaktere malik bir ocak olarak ortaya çıkan ilk tarîkat, genel kabûle göre Kadiriyye’dir. Bu tarîkatın kurucusu Abdulkâdir Geylânî (ö. 562/1166)’dir.
Aynı dönemde kurulmuş bir diğer tarîkat ise Yesevîyye’dir. Türk tasavvuf tarihinde ilk ve en büyük tesirler bırakan bu tarîkatın kurucusu ise Ahmed Yesevî (ö. 562/1166)’dir.
Yine aynı dönemde kurulmuş bir diğer tarîkat de Rifâiyye olup, bu tarîkat de Ahmed er-Rifâî (ö. 578/1183) tarafından kurulmuştur.
Bu tarikatların ardından kurulan ve pek çok kola vücûd veren diğer bazı tarikatlar ise şunlardır:
1. Medyeniyye: Ebû Medyen Şuayb b. Hüseyin (ö. 590/1193).
2. Kübreviyye: Necmüddin Kübrâ (ö. 618/ 1236).
3. Suhreverdiyye: Ebû Hafs Ömer es-Suhreverdî (ö. 632/1236).
4. Çeştiyye: Muinüddin Hasan el-Çeşti (ö. 633/1236).
5. Ekberiyye: Muhyiddin b. Arabî (ö. 638/1240).
6. Şazeliyye: Ebû’l-Hasan eş-Şazelî (ö. 656/1258).
7. Bektâşiyye: Hacı Bektâş-ı Velî (ö. 669/1270).
8. Mevleviyye: Mevlânâ Celâleddin Rumî (ö. 672/1273).
9. Bedeviyye: Ahmed b. Ali Bedevî (ö. 675/1276).
10. Desûkiyye: İbrahim Burhâneddîn ed-Desûkî (ö. 693/1295).
11. Sa’diyye: Sadüddin b. Mûsa Cibâvî (ö. 700/1300).
12. Halvetîyye: Ömer b. Ekmelüddin Halvetî el-Lâhicî (ö. 750/1389).
13. Nakşibendiyye: Bahaüddin Nakşibendî (ö. 791/1389).
14. Bayrâmiyye: Hacı Bayrâm-ı Velî (ö. 833/1430)
15. Celvetiyye: Azîz Mahmûd Hüdâyî (ö. 1038/1628).
16-Zeydilik (Beşcidir): 5. İmam olarak Zeyd bin Ali’yi kabul eden kol.
17-İsmaililik (Yedicidir): 7. İmam olarak İsmail’i kabul eden kol.
18-Karmatilik (Yedicidir): Fatımiler halifelerinin İmamlığını kabul etmeyen kol.
19-Dürzilik (Kısmen Yedicidir): Fatımiler 5. halifesi Hâkim’i Allah olarak kabul eden kol.
20-izarilik (Yedicidir): Fatımiler 8. halifesi Mustansir’in oğullarından Nizar’ı kabul eden kol.
21-Mustalilik (Yedicidir): Fatımiler 8. halifesi Mustansir’in oğullarından Mustali’yi kabul eden kol.
22-Nusayrilik (Onikicidir): Ali’ye uluhiyet isnad eden gulat fırkası.
23-İran ve Irakta Kesnezani tarikatı Şeyh Muhammed Kesnezani vs.
Peki tarikatı kuran kişi kendini şeyh olarak açıklar mı?
Bu sorunun iki yönü vardır.
Soruya bir tarikatın ilk teşekkül süreci itibariyle cevap verirsek, genel olarak tarikatı kuran kişi bir tarikat kurduğunun bile farkında değildir. Tarikatlar toplumda tabiî / doğal ortamlarda ilk olarak teşekkül etmeye başlar, zamanla bir mürşid-i kâmilin etrafında insanların toplanmasıyla sosyal gruplar oluşur. Bir sonraki evrede bu sosyal gruplara toplum tarafından bir isim verilir.
Örneğin Abdulkadir Geylani’nin sohbet halkası etrafında toplanan insanlara Abdulkadir Geylani’ye mensup anlamında Kadirî ismi verilir.
Yukarıda izah ettiğimiz tarihin arka planıydı;
Günümüzdeki hakikat 2.bölümde yayımlanacak

Tarih:Genel

İlk Yorumu Siz Yapın

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir