ESAS AKIL…!
Felsefe tarihi, akıl üzerinde yapılan münakaşalarla doludur. Bu tartışmalarda aklın ne olduğu üzerinde uzun uzun durulmuş, ama onun nasıl kullanılması gerektiği çoğu zaman dikkate alınmamıştır. Halbuki bu ikincisi, birinciden çok daha önemlidir.
Gözle görülmez olsa da, varlığına yüzde yüz inandığımız ve yaşamımıza yön veren iki temel kavramdır akıl ve gönül!.. İnsanlığı asırlardır meşgul eden, haklarında sonsuz düşünceler üretilmiş, sayısız yazı yazılmış iki kavram, hayati önem taşıyan iki merkez…
Kimi filozoflara göre akıl, “vahiy, inanç, sezgi, duygu, algı ve deneyden farklı olarak, salt insana özgü olan bilme yetisi, doğru düşünme, hüküm verme ve kavram oluşturma gücüdür.
İmam Gazali aklı şöyle tarif eder “Akıl içten gelen vahiy, Vahiy ise dıştan gelen akıldır.”
İbn-i Sina buna “Kutsal akıl der”
Batılıların Büyük Ustat diye tanımladığı doğunun Aristo’su İbni Rüşte göre “İnsan varlığıyla değil Varlıkla birlikte bulunan akıl cihetiyle İnsandır.”
İbn-i Rüşte göre “Hikmet(Felsefe)Şeriatın süt kardeşidir.”
Akıl bize yol gösterir. Onunla doğru ile yanlışın, gerçek ile yalanın ayırımını yaparız. Aklı kullanarak bir konuda düşünce yürütür, konuşur, tartışır, analiz yapar ve sonuç çıkarırız. Aklın gıdası, başkalarının tecrübelerinden yararlanmak, okumak, bilgi edinmektir.
Akıl insanlar arasındaki iletişim ve anlaşmanın tek nesnel yoludur ve düşünce sürecini yöneten, ışık tutan kavramlar ve bilgiler vasıtasıyla çalışan yetenektir.
Akıl, her bilgiyi alan, gelişmek için var edilmiş en kıymetli özelliğimizdir. Düşünmesini bilen bir akla sahip olmak büyük bir lütuftur. İnsanlık için yaşamı kolaylaştıran en hayırlı şeyleri “Düşünenler” bulmuşlardır. Önündeki engeller ise öfke, kin, bencillik gibi olumsuz insani özelliklerdir.
Hz. Muhammed(sav)“İnsanlara akılları nispetinde konuşun,” demiştir.
“Akılsız (Akletmeyen) dindarlığın bir değeri yoktur.”(İmam Rıza as)
Mevlana(ra)’nın “Anlayana anlatmazsan zulmedersin. Anlamayana anlatırsan yine zulmedersin,” deyişi de akıl üzerine pek çok düşünceyi içinde barındırır.
Hz.Ali(as) mı dinleyelim;
“Akıl gibi mal, iyi huy gibi dost, edep gibi miras, ilim gibi şeref olmaz.”
Nitekim Hz.Ali (as)“Akıl ile nefsi baş başa bırakırsan Nefs aklı yutar aklınızı iman ile Muhafaza edin” beyanı şu misale benzer; Anne karnındaki bir canlı nasıl ki Göbek bağı ile hayatı devam ediyorsa bu ilişkinin kesilmesi hayatının sonu demekse İnsan da aklı İmandan ayırdığı zaman kendi eliyle aklı katleder. Çünkü Akıl; İnsan ile aklın sahibi arasında direk ve olumlu bir ilişki ile beslenir ve gelişir.
Gönül ise güzelliğin, sevginin ve Yaratıcının algılandığı bir merkezdir. Daha doğru bir deyişle gönül “Allah’ın Evi”dir. Bütün dinlerde, bütün öğretilerde hatta insanlık tarihinin tümünde “Gönlü temiz tutmak” kavramı yer almıştır. Kin, kıskançlık, kibir, öfke, aşırı hırs, madde tutkusu, bedeni ihtiyaçlara gereğinden fazla düşkünlük ve benzerleri gönlün içinde ya da önünde bir perdedir. “Gönül kiri/pası” olarak da tanımlanan bu kavramlar gönlü katılaştırır, akıl yolundan saptırır ve insanı Allah’tan uzaklaştırır.
Gönül aşkın, sırların, hikmetin merkezi olarak da tanımlanır. Can gözü gönüldedir! Allah’ı sevgiyi, dostluğu, bilgiyi gönülden benimseyen insan manen yücelir ve davranışı, “Gönüllere girmek” ya da “Gönül almak” gibi sözcüklerle tanımlanır
Malûmdur ki, insan bir âleti kullanmayı bildiği takdirde, ondan rahatlıkla faydalanabiliyor. Onun inceliklerini bilmesi, çoğu zaman, gerekmiyor.
Her akıllı dürüst değildir, her dürüst de akıllı olmayabilir, Dürüstlük pahallı bir mülk olup herkeste bulunmazsa da, akıllının dilini ağırlaştıran hikmettir, işte bunun için Hikmetin hakimi bin dinler, bir söyler, hikmet ise olay ve olguların sebep sonuç ilişkilerinde gizli olan kodlardır, hikmet dürüst insanın mekanında olması gereken şekilde tasarruf edilirse olay ve olguların hikmet sahibi nezdindeki kanaati kesin ve olumlu sonuçlanması kaçınılmazdır
Kullandığımız bir kelime ifade etmek istediğimiz kavramı yansıtmayabilir. Bundan dolayı bir kelimeyi altını doldurarak kullanmanın zor ama önemli olduğunu düşünüyoruz.
Zeki bir insan akıllı ya da akıllı bir insan zeki olmayabilir mi? Bu iki kavramı açıklamakta zorlanıyoruz. O halde zeka ve aklın farklılıklarını anlamak için kıyaslama yapabiliriz.
Öncelikle akıl somut olarak ölçülemez.
Akıl herkese eşit olarak paylaştırılmış gibi görünse de herkes ‘akıllı’ sıfatıyla anılmaz.
Bütün insanların aklını paylaştırmaya kalksak yine herkes gider kendine ait olanı alır.
Akıllı bir insan doğru ve yanlışı, yalan ve gerçeği ayırt edebilme yetisine sahiptir. Yaşımız ilerledikçe, olgunlaştıkça, aklımız da gelişir.
Peki “Akıllı kişi, doğru olanı seçen ve doğru olanı yapan kişidir” diyebilir miyiz?
Zekâ ise etik bir anlam taşımaz. Nötrdür.
Bilindiği üzere IQ testi ile ölçülebilir ve her insanda eşit bulunmaz.
Zekâ beynin algılama hızıdır.
Bu durumda zekânın daha teknik, akılın ise daha etik bir boyutu olduğunu söyleyebiliriz.
Zekâ; bir olayı önce anlama, ilişkileri kavrama, yargıda bulunma, daha sonra açıklayarak çözme yeteneğidir.
Bir besteci müzik yapıtını aklı değil, zekâsıyla yaratır. Aynı besteci, en basit matematik denklemini çözemeyebilir. Burada devreye zekânın, algı ve hafıza yeteneğine göre farklılık göstermesi giriyor.
Zeki bir insan çözüm üretebilir, akıllı olan ise ürettiğini olumlu yönde uygulama kabiliyetine sahiptir.
Tembel öğrencilerin annelerinin kullandığı ‘zeki ama aklını kullanıp çalışmıyor teyzesi’i fadesi bu farklılığı ne kadar güzel açıklıyor.
Akıl için “Anlama âleti. Düşünme kabiliyeti. Zekâ. Zihin.”, “Madeni kalp ve ruhta, şua dimağda bulunan bir nur-u manevî.” gibi değişik tarifler yapılmıştır.
Felsefeciler aklı değişik manalarda anlamış, farklı şekillerde tarif etmişler; ama üzerinde anlaştıkları tek bir tarif gösterilemiyor. Bu ne demektir? Yâni, insanoğlu henüz aklının mahiyetini anlamış değil.
Akıl hakkında yapılan güzel bir tarif:
“Akıl, zâtıyla maddeden mücerret, fiiliyle maddeyle alâkadar bir cevherdir.”
Hem maddeden mücerret hem de maddeyle alâkadar olmak nasıl olur? Şu misal konuya açıklık getirilebilir.
Çalışan bir buzdolabına yahut çamaşır makinesine elimizi rahatlıkla dokundurabiliyoruz ve bizi elektrik çarpmıyor. Demek ki, elektrik, zâtı ile o cihazda yok. Ama fiiliyle onunla alâkadar. Akıl ile beyin arasında da aynen olmasa bile, benzer bir ilgi vardır.
Aklın vazifesi üzerinde çok şeyler söylenmiş. Bunlardan oldukça kabul görmüş birisi şu:
“Akıl anlama âletidir.”
Bir akıl hastanesini ziyareti sırasında, adamın biri sorar:
“Bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz?”
Doktor, “Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç şey veriyoruz. Bir kaşık, bir fincan ve bir kova. Sonra da kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz. Siz ne yapardınız?”, der.
Adam, “Ooo! Anladım. Normal bir insan kovayı tercih eder. Çünkü kova, kaşık ve fincandan büyük.”
“Hayır,” der doktor, “normal bir insan küvetin tıpasını çeker.”
Sonuç: Akıl, sadece bize sunulanlar dışında çözüm bulmaktır.!!
İmam Cafer-, Sadık İmam Ebu Hanife’nin Hocası ve üvey babasıdır, Bir gün Ebu Hanife İmam Cafer-İ Sadık(as) soruyor Hocam akıl Nedir?
Cafer-i Sadık Önce Sen izah et bakalım,
Ebu Hanife; Akıl: Doğru ile yanlış, iyi ve Kötüyü birbirinden ayırt etme yeteneğidir,
Bunun üzerine Cafer-i Sadık(as) bu akıl hayvanlarda da var, Normal çağırdığın zaman gelir, Kızdığın zaman uzaklaşır,
Cafer-İ Sadık Esas aklı tarif eder ve Akıl: Doğru ve yanlışın en doğrusu, İyi ve Kötünün en iyi ve en kötüsünü ayırt etme yeteneğidir, Yani EN’ leri tefrik etme kabiliyetidir diye tarif eder.
Delinin biri bir gün balkondan aşağı olta sarkıtmış, yoldan geçen biriyse adama sormuş:
– Kaç balık tuttun?
Deli ise adama:
– Deli misin be adam! Burada balık ne arar.
Bir gün akıl hastanesine bir doktor gelir. Doktor akıl hastalarını test etmek için duvara bir kapı çizer. Herkesi tek sıraya dizer ve tek bu kapıdan geçin der. Kapıya doğru koşan akıl hastaları yere düşer ve sıra diğerine geçer en sona bir hasta kalır ve orada öyle bekler. Doktor iyileştiğini düşünür. Doktor hastaya neden kapıdan geçmiyorsun diye sorunca deli cevap verir “Anahtar sende!”
Akılı Adamın birisinin, arabasının lastiği tam tımarhanenin önünde patlar.
Adam arabayı kenara zor yanaştırır.
Sonraki işlem malum.. Kriko, stepne, bijon anahtarı ve tekeri söker.
Ama söktüğü 4 adet bijon, yuvarlanıp yağmur mazgalına düşer.
Mazgal açılır gibi değil, bijonlar görünmüyor bile.
Adam bir sağına bakar, bir soluna bakar, çaresiz kaldırıma çöker.
Olayı en başından beri tımarhanenin demir parmaklıklı penceresinden izleyen bir deli, seslenir;
– Ula salak! Sen ne yapıyorsun orda öyle?
– Sorma birader, lastik patladı ve değiştirirken bijonları mazgala düşürdüm.
– Düşündüğün şeye bak! Diğer lastiklerden birer tane bijon çıkar. Hepsi 3 bijonlu olsun. Seni, lastikçiye kadar idare eder.
Adam hemen denileni yapar. Ve akıl hastanesindeki deliye seslenir:
– Senin ne işin var tımarhanede?
Cevap müthiştir..
– Biz burada delilikten yatıyoruz kardeşim, salaklıktan değil ! Aklın fonksiyonları için Akıl ve Ruh hastalıkları Hastaneleri birer ibret vesikasıdır.
Nasreddin Hoca erkenden yola koyulmuş. Akşam hava kararmadan gideceği köye varmak için acele ediyormuş. Öğle vaktine yaklaşırken, bir pınarın başında durup, hem namazını kılmak hem de kuru peksimetten ibaret olan azığını yemek istemiş.
Hoca Pınara yaklaşırken, yaban ördeklerinin suda oynaştıklarını görünce, “Şunlardan bir tanesini yakalayıp kızartıp yesem ne güzel olurdu diye düşünmüş.” Sessizce ördeklere yaklaşmaya çalışırken, ördekler Hoca’yı fark edince uçup gitmişler.
Hoca pınarın başına oturmuş, çantasından peksimetini çıkarmış, suya batıra batıra yemeye başlamış. Oradan geçen bir yolcu :
– “Afiyet olsun Hocam, ne yiyorsun ?” demiş.
Hoca, peksimetini suya bandırırken :
– “Ördek çorbası” demiş. Mizahla aklın gereklerini en iyi bir şekilde izah eden Alimler hikmet ehlinden kabul edilirler.
Dünyanın doğusunda Gazali,İbn-i Sina, Harezmi, Sühreverdi, Molla Sadra,Muhyeddin-i Arabi, Farabi, İbn-i Rüşt, Cabir bin Hayyan, İbn-i Misvekeyh,vs.Gibi ilim ve bilimi vahy’in ışığında yorumlayarak tüm beşeriyete ve bugünkü bilime ön ayak olmuş Alimlere kısa bir dönem analitik düşünme fırsatı ile harika buluş ve fikirler üretmekle beraber; Ürettikleri fikirler zaman zaman saltanatın bırakın desteklerini köstek olan; Zındık ithamları ile gazabına, zulüm ve İdam, itlaf ve ölüm fermanları ile sonuçlanmıştır.
Muhammed İkbali dinleyelim; “Kitabı aklı ve akl etmeyi bıraktık, Sakala Cübbeye kutsiyet atfeder olduk İslam Ümmeti hikayeler içinde boğuldu gitti, Hakikat efsaneler içinde kayboldu gitti.”
Evet aklın yerini sahte hülyalarla ve rüyalarla doldurduk, Hurafelerden medet umar olduk, Çünkü akıl zındıklıkla aynı terazide tartılmaya başlandı.
Bu alanda Müslüman bilim ve ilim adamlarına eğer sınırsız özgürlük ve bilimsel destekler sunulsaydı; Belki de sanayi devriminin vatanı maddeyi amaç edinen batı Medeniyeti değil, Doğunun vahiy’in ışığında hayra şamil atmosferi ile tüm beşeriyet için rahmet ve bereketin mihengi olacaktı.ve bu şekilde maddeye mana katacaklardı.
“Ben olsam Doğu’daki tüm mekteplere eleştirel düşünme dersleri koyardım. Batı’nın aksine Doğu bu acımasız mektepten geçmemiştir ve bir çok zaafın kaynağı budur.”Aliya İzzetbegoviç(ra)
Eleştirel olmayan bir Eğitim-öğretim sistemi topluma insan değil, Koyun ve Öküz türünden nesiller üretir. Böyle bir toplumun yaşam tarzı, Siyaseti ve ekonomiden, Sosyal hayata tüm değerlerini hâkim olan statüko tarafından belirlenir. Kapitalist Aristokrasi mantığı budur, Sömürü ve eşekleştirmenin ilk basamağı Eğitim-öğretim ile başlar ve diğer üniteler bu eşekleştirmenin kalıpları olduğu için herkesi standart vatandaş yapmanın en önemli basamağıdır.
Pavlov’un Psikolojik şartlanma deneyini binlerce yıl önceden firavunlar tebaalar üzerinde denediler ki; Hz. Musa (as)ma “Ey Musa Evet sen doğru söylüyorsun ama firavun karnımızı doyuruyor” söylemleriyle sürü psikolojisinin ve öğretilmiş çaresizliğin itirafıdır. Bu tür canlılar sadece hayvanlarla ortak özellik sınırında kalmış sürü psikolojisinin en bariz örnekleridir ve hayata önünde birkaç sıfırla başlarlar.
Böyle toplumlarda soru suçtur, En iyi vatandaş geri zekalı, aptal, Pinti, Cahil de olsa statükoya biatla bağlı insandır, Böyle bir mantık tamamen sürüler gibi birkaç komutla rahatça yönetilebilenler aristokrasi için velinimet sayılmıştır.
İşte bu yüzden yüce Allah Bu nimeti sorumluluğun ölçüsü kılmış ve “Allah Aklını kullanmayanları pisliğe Mahkûm eder” hitabı bu nimeti İnsan doğru zeminde zamanda ve mantıkla belirlenmiş ölçülerde kullanılmazsa pisliğin sakini olmaya adaydır.
Akıl asgari müştereklerde buluşmayı öngörürken, Aklın kontrolünden çıkan his ve duygular, egoları da yardımıyla azami ihtilaflarla yola devam ederler. Psikolojide Narsizm diye tanımlanan benmerkeziyetçilik, toplum maslahatları için kara kader ve dinamik Sosyolojinin baş ağrısı, Tarihin de çöplüğü olurlar.
Tiranlar ve Firavunlar hep halkın Vahdetini tehdit kabul etmişler, Ulus, Irk, Mezhep, meşrep, Menfaat, boy kabile Renk hatta sanatını bile tefrika unsuru olarak kullanmışlar
Vahdet Müslüman halk arasında söz konusudur, Müslümanların Zalim ve Tağuti sistemlerle Vahdet olmadı, olmayacaktır, olamaz.!
İslam literatüründe topluma yön ve istikamet rolüne soyunanların öncelikle Narsizm denilen beladan kurtularak İslam’ın evrensel Tevhidi deryasını Adalet temelinde, Akıl, Bilinç, Vicdan, İman, ihlas ve kendini bireysel ıslaha dönük İslam’ın erdemleri ile Kendi zindanından çıkamayanlar toplum mühendisliği de rol alırlarsa ıslahtan ziyade ifsada sebep olurlar.ve eksikliklerini başkalarına dayatmaktan utanmazlar,
Vahdetin önündeki en büyük engel Müslümanların özgür okumalardan bigane olmaları ve kafalarının tarih zindanlarındaki kronikleşmiş oksitlenmelerdir.
Hayat çok akıl almaz ince ipliklerle örülmüştür, Kalın bir akıl ile o inceliği göremeyiz, İncelmek lazım azizim.!
“Dünyanın sorunu Akıllı insanlar şüphelerle doluyken, Aptalların öz güvenle dolu olmasıdır.”(Charles Bukowski)
“Din’i Kavramayan akıl akıl değildir, Akıl ile İdrak edilemeyen din de din değildir.”(Hz.Ali as)
Azim ve İnat arasındaki fark, AKILDIR Aklını kullanarak direnmek Azim İken Akılsız direnmenin adı ise İnattır.
Yüce Allah’ın “Ey Akıl sahipleri” hitabına “Lebeyk” diyen akıllara selam olsun..
İlk Yorumu Siz Yapın