İçeriğe geç

ŞEYTANİZM

ŞEYTANİZM..!
(Küresel şeytanlardan korunmak adına makalemiz uzadı özür dileriz, Bu şeytanları tanımak, tanıtmak sorumlu her insanın asli görevi olmalıdır.)
İnsana, İnsanca yaşama hakkı, İmkânı ve fırsatı vermeyen Ortak aklın kabul ettiği Hak-Batıl, Doğru-Yanlış kriterlerini elindeki tüm araçları kullanarak tersyüz eden; Kendi nesline ihanet, eden, Bencil, Egoist, Zalim, Arsız, Yüzsüz ,Kısaca Akıl, ve Duygulardan yoksun her sistem ve Şahıs, Şeytan ve ŞEYTANİZM tanımlamasına dahildir.
Aristo insanı “düşünen hayvan”, Konfüçyüs “öğrenen hayvan” Sokrates “sorgulayan hayvan” Descartes “konuşan hayvan” ve Gazali’de insanı “Tutarsız bir hayvan” şeklinde tarif etmektedir. İnsan neden hayvana benzetilerek tarif edilir anlaşılır gibi değil
Çağdaş şeytanlar Klasik şeytan tekniklerini akademilerde geliştirip daha sessiz, etkisi fark edilmeden, tepkisiz bir tekniklerle çağdaş Tıp’ın da himmetiyle anestezi imkanlarını da yanına alarak, Önce toplumun sözde aydın ve alimlerini Kültürel olarak yozlaştırıp uyuşturtup, uyutup Beyin ve sinir sistemini etkisizleştirip kazasız ve tepkisiz hem de güpegündüz eşekleştirme operasyonları ile Senin Malını, yükünü de senin adına ve sana yükleterek kendi diyarlarına taşımasını sonunda becerdiler.
Şeyh Said-i Şiraz(ra) ne güzel ifade etmiş “Gülistan Şehrine geldik ne renk kalmış, ne Koku, Ahmak ve cahil dostlar ile akıllık düşmanlar ikisini de almış gitmişler.”
Kenya’nın Kurucu Lideri Jomo.Kenyata’nın dediği gibi “Batılılar Bize geldiklerinde onların Ellerinde İncil, Bizim elimizde de topraklarımız vardı, Bize gözlerimizi kapayarak dua etmeyi öğrettiler, Gözlerimizi açtığımızda bizim elimizde İncil, Onların elinde bizim topraklarımız vardı.”
İngilizlerin zamanında silah zoruyla aldıkları toprakları halka geri parayla sattığını söyleyen Muriuki, Kenya’da günümüzde kabileler arasında yaşanan arazi anlaşmazlığının asıl kaynağının sömürge yönetimine dayandığını İfade ediyor.

 Bize de geldiler,…..  Bize de geldiklerinde bir elimizde Kur'an bir elimizde kılıç vardı. Bize de gözlerinizi kapatın ve dua edin dediler. Gözümüzü açtığımızda bizim yanımızda sadece mezarlıkta ölülere okunacak bir Kur'an bulduk ve Uşakları olan ismi Salman; Saddam, Faysal olan birkaç tane işbirlikçi damatlarını gördük.
Bu işbirlikçilerin ilk işi ihanetle sonuçlanan Hz Ali (S.A) şu sözünü unutturdular. "Kişi hata yapar Ama Şerefsizlik etmez. Hata bağışlanır ama şerefsizlik Asla".
 Osmanlının bir eyaleti statüsünde olan Filistin coğrafyası saltanatın acizliği, Müslümanların aymazlığı, Ahmak dostların akılsızlığı, Akıllı düşmanların hilesi, İslam adına firavunlaşan münafıkların gönüllü çabası sonuçta bu coğrafya için kara kader de olmuştur.

 Biz Doğulular Tekrar şerefimizle beraber zenginlik kaynaklarımızı geri alacağımız günlerin özlemi ve çabası için; Nasıl ki onlar Sarışın Kızları ile işe başladılar biz de yanı başımızdaki Esmer damatlarını kalkan ve kurban seçerek işe Aynı tekniklere yenilerini de ekleyerek, Kur’an’ın soran sorgulayan öğretileri ile  gayretli bir mücadele ve çaba ile hem malımızı hem de şerefimizi bu yavuz hırsızlardan geri almanın çabasını göstermeliyiz...!
 Yıllar önce Bu konuyu  Aydınca izah eden Sayın Dr.Ali Şeriati (ra) dinleyelim,
“Eşekleştirme metotlarının birisi doğrudan, diğeri dolaylıdır. Doğrudan eşekleştirme, zihinleri cehalete veya onları saptırmaya zorlamak yani zihinleri cahilliğe, sapıklığa ve azgınlığa sürüklemektir. Dolaylı eşekleştirme ise zihinleri büyük, acil ve hayatî olan haklardan ayırıp onları süslemek suretiyle küçük, önemsiz ve aciliyeti olmayan haklara yöneltmektir.”
“Dini anlamda yabancılaşma insanın varoluş amacını unutarak sahte kutsallara bağlanmasını ifade eder. Hz. Adem’in insanlığın ilk atası olarak, şeytanın aldatmasıyla dünyaya düşmesi bir yabancılaşmadır. Şeytan aslında insanı özünden uzaklaştırarak yabancılaştırmaya çalışan bir kötülük odağı olarak adlandırılabilir. Allah, insanoğluna yabancı olarak düştüğü yeryüzünde onu özüne döndürecek ve yabancılaşmadan kurtaracak bilgiyi vermiştir. 
 Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e kadar gelişen tarihsel süreçte, yaratıcı sürekli olarak insana yabancılaşmasını önleyecek bilgiyi göndermiştir. Bir anlamda yabancılaşma insanı kurtuluşa götürecek bilgiye, insanın çeşitli gerekçelerle sırtını dönmesidir “ (Şeriati�nin Bilinç ve Eşekleştirme Konferansı.). 

“ Sömürgeci emperyalist güçlerin faaliyetlerini şöyle açıklamaktadır: “Meğer bizi, biz Üçüncü Dünyalıları, biz Doğuluları, biz Müslümanları ne yaptılar? Önce dinimizi, dilimizi, edebiyatımızı, düşüncemizi, geçmişimizi, tarihimizi ve aslında ırkımızı ve her şeyimizi aşağıladılar. Onlar bizi ikinci sınıf insan kabul ettiler.
Karşılığında onlar kendilerini o kadar üstün, yüce ve değerli gösterdiler ve bütün çaba, davet, arzu ve mücadelemizin Batı’ya uşaklık etmek olduğuna bizi öylesine inandırdılar ki sonunda onlar gibi davrandık, onlar gibi hareket ettik, onlar gibi konuştuk ve onlar gibi yürüdük.” (Şeriati�Ne yapmalı Kitabından)
Evet bireysel ritüellere indirgenmiş bir din anlayışı ve hayatın kalan kısmında üretim, tüketim düşünsel ve bir bütün olarak hayatı kuşatan Siyasi, Ekonomik, ve ahlaki olarak tamamen bu Şeytanizmin kukla ve oyuncakları olmak nasıl bir şey ? aydınca bir soru olması bir yana; ifadesi bile doğuluya ızdırap vermiyorsa eşekleştirme maksimum düzeye çıkmış demektir.

“ Ben olsam Doğu’daki tüm mekteplere eleştirel düşünme dersleri koyardım. Batı’nın aksine Doğu bu acımasız mektepten geçmemiştir ve bir çok zaafın kaynağı budur.”
Aliya İzzetbegoviç(ra)
Eleştirel olmayan bir Eğitim-öğretim sistemi topluma insan değil, Koyun ve Öküz türünden nesiller üretir. Böyle bir toplumun yaşam tarzı, Siyaseti ve ekonomiden, Sosyal hayata tüm değerlerini hakim olan statüko tarafından belirlenir. Ve tüm toplumun ünitelerine sosyal ahlak olarak benimsetilir. Aristokrasi mantığı budur,
İbn-i Sina(ra) ne güzel İfade etmiş “Çocuklarınızı kuzu gibi büyütmeyin ki, Büyüdüklerinde Koyun gibi güdülmesinler.!”
Genel olarak batının rahatsızlığı ile doğunun hastalığı farklı olmakla beraber farklı versiyonlarda da, pisliğe mahkum oluşlarıdır. Batının rahatsızlığı tokluğun verdiği baş ağrısıdır, Doğunun rahatsızlığı açlıktan ağzı kokan mide ülserindendir.!
Hindistan deyince aklımıza gelen kast sistemi 1975’te kaldırıldı ama, Hollywood filmlerinde de sıkça rastladığımız gibi hâlâ ülkenin çoğunluğunu oluşturan kırsal kesimlerde bu sistem uygulanıyor.
‘Kast sistemi nedir?’ sorusu özü itibariyle Varna ve Jati olarak tanımlanabilir. Varna kastın en üst tabakalarını ifade ederken, Jetiler ise Varnaların kendi içinde alt tabakalara ayrılmasına denir. Kastlar büyüklüğü itibariyle kendi içinde şubelere(Jatiler) ayrılmaktadır ve kast içinde ‘yükseklik ve asalet’ bakımından ‘kademeli’ bir zincir söz konusudur. Hinduizm inançlarında kast sisteminde sınıflandırma ritüel saflık ve meslek durumları ölçüt alınarak yapılmaktadır.
Kast ilkesini ayakta tutan en önemli etmen “varna” öğretisidir. Varna öğretisi tüm insanların doğuştan şu dört kasta ayrıldığını savunur:

  1. Brahmanlar(Rahipler Bilginler)
  2. Ksatriyalar(Savaşan Prens ve Askerler)
  3. Vaisyalar(Pis işlerle uğraşan İşçiler Köleler)
  4. Sudralar(Sınıflandırma dışında görülenler, Hor görülenler)
    Zenginliğine göre sınıflandırma bulunmamaktadır. Yani bir çocuk doğduğunda hangi kasttan ise ölene kadar o kast içerisinde yer alır.
    Hindistan’daki katsa sistemi gibi insanı ömür boyu inekliğe mahkûm eder. Nitekim Hindistan’da bir Saraç’ın çocuğu ne kadar zeki olursa olsun babasının mesleğini aşıp Doktor, Mühendis veya siyaset bilimci veya eğitimci olma şansı sıfırdır. Hâlâ çağdaş dünyada bu sistem birçok ülkede revaçtadır.
    Sömürü ve eşekleştirmenin ilk basamağı Eğitim-öğretim ile başlar ve diğer üniteler bu eşekleştirmenin kalıpları olduğu için herkesi standart vatandaş yapmanın en önemli basamağıdır.
    Böyle toplumlarda soru suçtur, En iyi vatandaş konulan kurallara uyan montofon ineği sadece süt verir ve monoton olan bir çarkın dişlisidir, Eşeğin görevi sahibine biraz saman karşılığında yük taşımaktır. Uysal ve sadece itaat üzerine bina edilmiş bir köle psikolojinin hakim olduğu toplum sosyolojisi en problemsiz toplum olmaya adaydır. Psikolojide bu öğretilmiş çaresizlik olarak tanımlanır.
    Bize de, şeytan kapitalizm, Üçüncü dünya halklarına Şükretmeyi öğretti ki zenginin ve hırsızın düzeni bozulmasın diye, dünyanın geri bırakılmış ülkelerinin zenginlik kaynaklarını gasp, yalan, talan ve hile ile kendi ülkelerine taşıyarak insanları için dünyalık konfor oluşturan şeytan ruhlu kapitalistler, Bu konformatik sistemin adını da demokratik sistem diye malı ile beraber beyni de çalanmış 3.Dünya insanına bu cenneti ithal edip kendi insanına da ikram etme imkan ve kabiliyetin Var, diye koca yalanlar üreterek siyasal ve kültürel kölelik mekanizmaları kurdular.
    İşte bu yaban eşeklerinin medeniyeti Eskimoları bile kazıklayıp buzdolabı satan canilerin yaşadığı arsız, yüzsüz medeniyet, Bu vahşetini Bizim soytarı kılıklı aydınlarımıza demokrasi cenneti diye pazarladılar. Ellerine tutuşturdukları yan etkileri etken maddeyi yok edecek bu reçeteleri getiren aydınlarımızın elinden yarısı okyanuslarda kayboldu, bize yetiştirdikleri kadarı da sadece çağdaş batının köleleri yapmaya yetti.
    Eğer bugün dünyada şeker ve yağla şişen bir milyar garip yaratıklar varsa ve bir milyar da şeker ve Yağ’a hasret insan yaşıyorsa bu medeniyetin adını Şeytan Medeniyeti diye yeniden tanıtmamız gerekmez mi.?
    Kısaca ; İşte bu zalim medeniyetin sahipleri fark ettirmeden sakinlerine Ayran yerine, sitrik asitle takviye edilmiş, Zengin şeker israfı içeren Coca Cola denilen bir içecek ve iğdiş edilmiş bakliyattan damak tadıyla dalga geçen Hamburger denen bir yiyecek türünün kurbanları olduğunu idrak edemiyorlar ; Yedikçe daha da şişen ve hacmi genişleyen şükürden ve afiyetten yoksun; Geometriyi, Diyetisyenleri ve Fizyoterapistleri bile aciz bırakan garipler türedi.
    Oysa konforlarının esas kaynağını doğru okuyan 3.Dünyanın aydın ve alimlerine de terörist damgası ile vahşi yakıştırmalar yaparak vatanseverleri de vatan haini ilan ettiler, tabii ki siyasetteki eşekleştirilmiş figürler, özgürlük çocuklarına bu kazığı yutturamadılar yutturamayacaklar.
    İşte bu eşekleştirmeye karşı çıkan zamanın devrimci ve Aydını
    ve bu karşı çıkışın bedelini kellesi ile ödeyen Sayın Deniz Gezmiş’in Mahkemedeki şanlı savunmasından bir kesit “ Bizi Bağımsız Bir ülke çocukları olmaktan mahrum eden bir kuşak olarak mahkeme heyeti olan sizler dahil, Hepiniz suçlusunuz, Asıl suçlu sizler ve sizler gibi Emperyalizme göz yumanlardır.”
    Nedir söz ettikleri ? ‘Demokrasi’? Kısaca; Demokrasinin en iyi tanımı istatistiklerin istismar edilmesidir.
    Görülen o ki, ‘Yeni Dünya Düzeninde bomba yağdırmaktır, hedef ülkelere! İşgal etmektir.. Ya da; efendilerine en faydalı köleyi halka seçtirmektir. Tüm İslam ülkelerine bakın İran İstisnası hariç bu tağutlarla barışık ve dirsek temasında olmayan bir siyaset okuya biliyor muyuz.?
    Suriye, Irak, Afganistan, Libya, Yemen, Filistin bombalanırken ve devlet bazında terör estirenler ‘Demokrasi Geliyor!’ çığlıkları attılar..
    Emperyalizmin demokrasi anlayışı budur: Bir ülke yönetimi eğer emperyal çıkarlara biat etmiyorsa, bombalanacaktır… Efendilerine itaatkar yönetimler işbaşına gelene kadar sivil ve askeri darbelerle canları çıkarılacaktır! …
    Japonya, Vietnam, Kore, Eritre Moro, Ortadoğu ve Afrika’nın kara kaderleri bu demokratların kirli aynalarıdır.
    ‘Uluslararası camia’ dedikleri çakallar kulübü, her melaneti ‘demokrasi adına’ yapacaktır!
    Bunun için NATO anlaşmaları,BM yasaları, istihbarat merkezleri kullanılacaktır.
    12 yıl CIA’de çalışmış olan emekli ajan Philip Agee, CIA çalışanlarının ‘Demokrasi’den ne anladığını şöyle açıklamıştır:
    ‘CIA için demokrasinin bir anlamı yoktur! Eğer bir ülkede seçilmiş bir hükümet varsa ve bizimle işbirliği yapıyorsa, ne ala! Eğer işbirliğini reddediyorsa, demokratikmiş, değilmiş umurumuzda değildir!’
    Umurlarında olan ne midir? Amerika’nın ünlü ideoloğu Zbigniew Brzezinski özetliyor:
    ‘Ulus devletlerin bağımsızlık tanımı artık değişiyor.
    Uluslararası tekeller ve bankalar küresel ekonomiyi yönetiyor!’ !
    Almanya’nın dişi kurdu Merkel “Biz Avrupalılar 1900 lü yıllarda Afrika’da çok günah işledik” itirafları çok şeyi ifade ediyor.
    Ama, dünyanın sömürgeci güçlerinin icat ettiği “Demokrasi” denen sihirli kavram, sömürge iştahlı, Gerektiğinde hümanist, Gerektiğinde faşist, Gerektiğinde Siyantist,(Bilimperest) Realist, sürrealist; Kavramları maskeleyen masum bilinen kavramları iğfal edip, çıkarlarına ters düşen her ulus ve ülkeyi çıkarları için yakıp, yıkan, halüsinasyon yaşatan ucube bir anlayışın mümessilleri tabiki en akıllı ve en azgın şeytani teröristlerdir.
    Çünkü bunların terörü bireysel değil, Kurumsal ve Potansiyel bir terördür.
    Dünyanın çok az ülkesinde Ademi merkeziyetçi bir sistemle idare edilen siyasal yapılar olmakla beraber aslında toplumların huzurunu da ahlakını da bozan kavramlardır.
    Sonuçta hümanist hayaller üzerinden bu sisteme standart bir don biçemediler.
    Beşer mantığından tebarüz eden Düşünceler ideal olsa bile, bu ideallerin pratikte karşılığı birer Ahlak ve davranış biçimine dönüşmesi için beşer üstü bir irade ve güce nispet edilmediği sürece kalıcı ve kesin tedavi etkeni olamazlar.
    İşte Dinlerin dinamiği ve peygamberlerin öğretmenliği bu noktada devreye girer.
    Sorun, Demokrasi dedikleri ucubenin siyasal mecrasının sicilini ve kirli pratiklerini bu lanet cürümleriyle temizleyemezler temizleyemeyecekler.!
    Sadece kendi halkıyla değil, Dünya halklarıyla barışık ve adil şartlarda yaşamayı becerenlerin İnsan ve insaniyet dostu olmayı hak edenlerdir. Aksi halde vampirlerin adı ne olursa, olsun hiçbir anlamı olmayacaktır. Rahmani eylem ve söylemlere sahip değilse Kısaca adı “ŞEYTANİZM” Siyasi figürler de şeytan olarak tanımlanırsa tüm ilahi dinlerin veya en bilgisiz dinsizin bile bu şeytanlardan korunması mümkündür..!
    Dünyadaki Fesat ve Fitne ile açlık, Yoksulluk ve yıkımın sebebi; Halkın Kendi kaderlerinin başkaları tarafından tayin edilmesidir.! Oysa Kendi kaderlerini tayin etmeleri İlahi bir hak ve sorumluluktur.! Vesselam
Tarih:Genel

İlk Yorumu Siz Yapın

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir